9 Ekim 2007 Salı

Tiğrakert/SİİRT

Tiğrakert/SİİRT

Hernekadar Sami kokenli oldugu

soylense de Ermenice Tiğrakert'in

halk agzinda sirasiyla Sigrakert, Sigirt

ve sonunda Turkce aksanla Siirt'e

donusmuş olmasi gerekir

Siirt adının Sami Dili'nden geldiği öne sürülmektedir. Bazı kaynaklarda bu adın, Keldani Dili'nden, kent anlamına gelen Keert (Kaa'at) sözcüğünden kaynaklandığı yazılıdır. Siirt sözcüğü, isim kaynaklarında; Esart, Sairt, Siirt, Siird gibi çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Süryani'ler kente Se'erd (yöresel söyleniş biçimiyle Sert) demişlerdir. XIX. yy'da Sert, Seerd, Sört, Sairt olarak kullanılmış, günümüzde de Siirt biçimiyle benimsenmiştir.Eski Ermeni ,Süryani,yezidi ve müslümanların barış içinde yaşadıkları topraklardı.

Diğer bir kaynakta %60 müslüman ,%40 ermeni ve diğer inanışa sahip olan toplumların yaşadığı Siirt isminin, "Seert" anlamındaki "üç yer" manasına geldiği söylenir. Siirt adının nereden geldiği konusunda değişik görüşler vardır. Kadri PERK'in, Cenup Doğu Anadolu Tarihi'nde Siirt, Sert, Tigra, Mosert; Hüseyin CAHİT tarihi'nde Serad; Şemsettin SAMİ'nin Kamus'unda Tiğrakert olarak geçmektedir. Ayrıca eski Siirt'in birkaç sırtta kurulmasından dolayı Türkçe'de sırt kelimesinden türediği de iddia edilmektedir. Hernekadar Sami kokenli oldugu soylense de Ermenice Tiğrakert'in halk agzinda sirasiyla Sigrakert, Sigirt ve sonunda Turkce aksanla Siirt'e donusmuş olmasi gerekir. Siirt, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının kesiştikleri alanda kurulmuştur. Bu yüzden kuzeyinde ve güneyinde ortaya çıkan uygarlıklar, yörenin kültürel gelişmesinde etkili olmuştur. Bölgenin dağlık oluşu ve ulaşım imkanlarının yetersizliği, gelişmiş kentlerin kültür merkezlerinin ortaya çıkmasını engellemiştir.

Yakın zamana kadar Siirt tarihinin İ.Ö. IV.yy. öncesi dönemleri bilinmemekteydi. 1963 yılında Halet Çambel ve Robert J. Braidwood başkanlığında kurulan Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında, Siirt İli'nde yapılan yüzey araştırmalarında Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Helenistik, Roma, Bizans-İslam ve Yakınçağ'ı kapsayan dönemlere ait buluntular ortaya çıkarılmıştır. Günümüzdeki kültürel yapı Türk-İslam Kültürü'nın etkisiyle biçimlenmiştir.

İ.Ö. 3000 ve 2000'lerde Güneydoğu Toroslar, iki kültür alanını birbirinden ayırmaktaydı. Güneyde Mezopotamya'da gelişmiş bir tarım kültürü, kuzeyde ise Doğu Anadolu'nun yüksek yaylasında ilkel tarımcılığa ve hayvancılığa dayalı, daha yavaş gelişen bir kültür vardı. İki kültürün kesiştiği yerde bulunan Siirt'te, yayla kültürü özellikleri görülmekteydi.

M.Ö. 3000'lerde yöreye egemen olan Hurri'lerden sonra sırasıyla Hitit, Urartu, Asur, Med ve Pers'ler de hakimiyet kurmuşlardı.

Siirt'in içinde bulunduğu bölge, göçler nedeniyle etnik ve dinsel inanışlar yönünden çeşitlilik göstermektedir. Urartular, İskitler, Medler ve Persler, egemenlik dönemlerinde dinsel inanışlarını da buralara yaymışlardı. Dağlık alanlarda yaşayan kapalı toplulukların çeşitli din ve tanrıları vardı. İ.Ö. 150'lerden başlayarak yöreye egemen olan Partlar, Arsaklılar, Sasaniler dönemlerinde İran Tanrıları'nın ve inanışlarının etkisi güçlenmiştir. Yöreyi etkileyen Roma - Part, Roma - Sasani savaşları, aynı zamanda iki dinin ve kültürün karşılaşması niteliğindeydi. 300'lerde Hristiyanlık yayılmaya başladığında Zerduş Dini'ni benimseyen Sasaniler, Yörede Hristiyan kıyımı yapmışlardır.

639'da Elcezire'nin fethi için görevlendirilen İlyas bin Ganem, Diyarbakır yöresini İslam mücahidlerine açtığı zaman Siirt de aynı şansızlığa uğramıştır. Diyarbakır'ın zaptında mühim hizmetleri bulunan Halid bin Velid, Hasankeyf Savaşı'nda muzaffer olduktan sonra Siirt'e yürümüş, şehrin o zamanki hakimi Hersolu itaatini arz ederek, şehri teslim etmiştir. Bundan sonra Siirt Hakimliği'n, sahabeden olan Hişşam oğlu Hakem tayin olunmuştur.

661 yılında kurulan Emevi Hilafeti bölge ile birlikte Siirt'i de hakimiyet altına almıştır. Emeviler'den sonra hilafet makamını ele geçiren Abbasiler, Diyarbakır, Silvan ve Siirt'i de ele geçirmişlerdir.

Dinsel bakımdan bölge ilkin önemli bir "Harici" merkeziydi. IX. yy'dan sonra Hanbeli ve Maliki mezhepleri aracılığıyla Sünnilik, Mervanoğulları döneminde Şafiilik, Türklerle Hanefilik yayılmaya başlamış, daha sonra Mervanoğulları döneminde Şafii'lik giderek ortadan kalkmıştır. Yörede Arap-İslam Kültürü'nün etkisi Türklerin döneminde de sürmüştür. Ancak Siirt, 10. yüzyılın sonralarında yine Bizans'ın egemenliğine girmiş, Malazgirt Savaşı'ndan kısa bir süre sonta Philaterios adlı Ermeni asıllı bir Bizanslı tekfurun egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra sırasıyla Artuklular'ın eline geçerek Türk'leşmeye başlamıştır.

Malazgirt Savaşı'ndan sonra Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başlamış ve Büyük Selçuklu Devleti'nin isteği dışında küçük Türk devletçikleri kurulmuştur. Siirt yöresi, Hasankeyf Artuklular'ın yönetimindeydi. Artuklular'a bağlı göçebe Türkmenler yöreye yerleşmiş, Artuklu beyleri ve askerleri, kendlerde Türkleşmenin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Beylerinin Alp, İnanç, Yağbu gibi Türk adlarını kullanmaları; Artuklular'da Türkmen geleneğinin güçlülüğünü göstermektedir. Bağlı oymaklara "ok gönderme" biçimindeki Orta Asya geleneği de Artuklular'da sürmekteydi.

Hasankeyf Artuklular'dan sonra Siirt'e Eyyübiler, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Mardin Artukluları, Akkoyunlular ve Safeviler egemen olmuştur. Akkoyunlular yöreye Türkmenleri yerleştirmiştir. Safeviler döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'a Şii'lik yaygınlaşmıştır. Anadolu'da şii'liğin etkisini kırmak isteyen Yavuz Sultan Selim, Urmiye Gölü'nden Malatya ve Diyarbakır'a kadar uzanan bölgeyi Osmanlı Devleti'ne bağlamak istemiştir. Bunun için Kürt kökenli ünlü bilgin İdris-i Bitlisi'nin yardımıyla Siirt Osmanlı yönetimine geçmiştir. Bu dönemde Siirt yarı özerk beylerin yönetiminde, aşiret kültürünün egemen olduğu bir yerdir.

XVI. yy'da Osmanlı yönetimine geçen Siirt, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışına kadar bu devlete bağlı kalmıştır.

XIX.yy'ın ikinci yarısına kadar devlete olan bağlılıkları sözde kalan Siirt Beyleri'nin devlet otoritesine alınması için bir hayli çaba harcanmıştır. Siirt, bu tarihe kadar çok sıkı bir şekilde yönetilmiştir. Önce görünüşte Diyarbekir Eyaleti'ne bağlı sancak oldu. Ancak Tanzimat'tan sonra 1894 Vilayet Nizamnamesi ile Bitlis Vilayeti'ne bağlı sancak haline getirilerek İstanbul'dan gönderilen kaymakam vasıtası ile yönetilmiştir.

XIX.yy. içerisinde Siirt'te meydana gelen tek siyasal olay 1894 tarihinde Sason'da meydana gelen Ermeni ayaklanmasıdır. kış Bu durum karşısında Osmanlı Devleti sert tedbirler almak zorunda kaldı. Sason ayaklanması İngiltere'yi harekete geçirdi. Çünkü, Ermeni meselesi, Rusya ve İngiltere'yi menfaat çatışmasında birleştiriyordu. İngiltere Ermeni'lerin bağımsızlığını isterken; Rusya, Ermeni'lerin Rusya'ya katılmasından yanaydı. Merkezi Tiflis'te olan Ermeni Hınçak Komitesi ile Taşnaksutyun Komiteleri'nin amacı, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin Rusya ve İran'daki bütün Ermenilerle birleştirip bağımsız bir Ermenistan Devleti'nin kurulmasını sağlamaktı.

Böyle bir amaç İngiltere'yi memnun etmesine rağmen, Rusya, kesinlikle karşı çıkmıştı. 8 Ağustos 1884'te Sason'un Şenlik Köyü'nde, Kürtlerin birkaç köyü gasbetmesi ile başlayan olaylar genişlemiştir.

Ermenilerin vergi vermemek ve hükümet memurlarına pasif direnişte bulunmak üzere daha önceden anlaşmaları da olayların genişlemesinde etkili olmuştur. Ermenilerin başlattığı bu ayaklanmayı II.Abdulhamid'in görevlendirdiği VI. Ordu bastırmıştır. Osmanlı Devleti'nin bu döneminde Siirt yöresinde genellikle yarı özerk bir yönetim biçimi hakimdi. 1831'de yapılan Osmanlı nüfus sayımı kayıtlarında, XIX.yy'da Siirt yöresinde Hazo (Kozluk)'nun Diyarbakır Eyaleti'ne bağlı bir hükümet olduğu belirlenmiştir.

Bugün Siirt İli'nin kazalarından biri olan Şirvan (Şirve) ise liva olarak Van Eyaleti içinde yer almaktaydı. 1897 Vilayet Nizamnamesi, Siirt Livası'nın Diyarbekir Vilayeti'ne bağlı olduğunu göstermektedir. Siirt Livası'nın, Merkez kaza, Pevvan (Bervade) ve Garzan (Kurtalan'ın eski yerleşme yeri, şimdiki Yanarsu Bucağı) olmak üzere toplam 3 kazası vardı.

1877'de Merkez Kaza, Eruh, Şirvan, Rızyan ve Sason'dan oluşan Siirt Sancağı, Diyarbekir Vilayeti'ne bağlıydı. Siirt, bu yönetsel durumunu 1880'de de korudu. 1892 Devlet Salnamesi, Siirt Sancağının Diyarbekir Vilayeti'nden ayrılarak, Bitlis Vilayeti'ne bağlandığını ifade etmektedir.

Eskiden Siirt İli'ne bağlı olan Beşiri Kazası, Diyarbekir Vilayet Merkez Sancağı'na bağlı kaldı. Bu dönemde Bitlis Vilayeti; Merkez Sancağı, Muş, Genç ve Siirt Sancakları'ndan oluşmaktaydı. Siirt Sancağı'nın ise, Merkez Kaza, Şirvan, Eruh, Pervari ve Garzan (Kurtalan) olmak üzere toplam 5 kazası vardı. 1896 Devlet Salnamesi kayıtlarında daha önce Siirt'e bağlı iken bugün Batman'a bağlı olan Sason Kazası'nın Muş Sancağı içinde yer aldığı gösterilmektedir. Siirt Sancağı 1892-1896'daki yönetsel konumu 1903'te ve 1916'da da korumuştur. 1918'de Siirt Sancağı'nın yönetsel konumunda yapılan tek değişiklik, Şırnak'ın ilave edilmesiyle kaza sayısının 6'ya çıkarılmasıydı.

Siirt, Milli Mücadele Dönemi'nde toprak ağalığı düzeninin ve aşiret ilişkilerinin egemen olduğu tipik bir kasabaydı. Siirt'in, Rus tehlikesini atlattıktan sonra, karşılaştığı diğer bir tehlike de İngiltere idi. İngilizlere ait bir birlik, halka gözdağı vermek amacıyla Siirt'e gelerek birkaç gün kaldıktan sonra geri çekilmişti. Siirt, bunun dışında yabancı güçlerin işgaline uğramamıştır. Müdafaa-i Hukuk Derneği'ni teşkil eden Siirt'in münevver zümresinin Milli Mücadele'nin gerçekleşmesinde gösterdiği medeni cesaret takdire değer bir vatanseverliktir.

II. Meşrutiyet Dönemi'nden itibaren Siirt'ten de milletvekili seçilmeye başlanmış, ilk olarak Abdulrezzak Efendi; 1908-1912 tarihleri arasında bağımsız milletvekili olarak görev yapmıştır. Daha sonra sırasıyla; Nazım Bey (Nisan 1912-Ağustos 1912), Şeyh Nasreddin Efendi (1914-1918) tarihleri arasında görev yapmıştır.

Ardından Siirt'ten Halil Hulki Bey; 12 Ocak 1920'de toplanan Dördüncü Dönem Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında Siirt'i temsil etmiştir. Siirt, Milli Mücadele Hizmetlerine devam ederek, Siirt Müdafaa-i Hukuk Derneği olarak önce Vahideddin'e, Sadaret'e, Hariciyye'ye, İtilaf Devletleri Müesseseleri'ne, İzmir'deki Reddi İlhak Cemiyeti'ne, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ne telgraflar gönderilmiştir.

Anadolu'nun her il ve ilçesinde olduğu gibi Siirt'te de "Müdafaa-i Hukuk Derneği" kurulmuş, başkanlığına da İl'in eski müftüsü Halil Hulki AYDIN getirilmiştir. Üyeleri, Ömer ATALAY, Siirt Belediye Başkanı Hamit Bey, İl'in ileri gelenlerinden Hamza Hilmi, Bekir Sıtkı ve Abdulkerim Bey'lerden ibaretti. Siirt, Milli Mücadele yıllarında Bitlis Vilayeti'ne bağlı bir sancaktı. Sancağın, Merkez Kaza dışında 5 kazası vardı. Bunlar; Pervari, Garzan, Eruh, Şirvan ve Şırnak'tı. Sancağın en kalabalık kazası Siirt Merkez kazası idi. Bununla birlikte Siirt'in nüfusunda 1890'lardan itibaren hızlı bir düşüş olmuş, 60.000 dolayında olan kaza nüfusu 1914'te 30.000 civarına inmiş, bu düşme I.Dünya Savaşı Dönemi'nde de devam etmiştir.

Cumhuriyet Döneminde il yapılan Siirt, 1924'te Hakkari'nin Beytüşşebap'ın; 1926'da Diyarbekir İli'nin ilçesi Beşiri'yle Muş'un ilçesi Sason'un katılmasıyla genişledi. Ancak Beytüşşebap, 1936'da yeniden il yapılan Hakkari'ye bağlandı. 1938'de Garzan (Şimdiki ismi Yanarsu) ilçesinin merkezi Mısrıç'a (Bugün Kurtalan) taşındı ve aynı ilçeye bağlı Baykan bucağı ilçe oldu. Aynı yıl Sason'a bağlı bucak olan Hazo, Kozluk adıyla ilçe yapıldı. 1943'te Garzan ilçesinin ve merkezinin adı Kurtalan olarak değiştirildi. 1957'de Beşiri'nin bucağı olan İluh, Batman adıyla ilçe yapıldı. 1962'de Pervari ilçesinin Müküs (Şimdiki ismi Bahçesaray) bucağı, Van'ın Gevaş ilçesine bağlandı. 1990 yılında Siirt'in Batman, Beşiri, Kozluk ve Sason ilçeleri yeni kurulan Batman iline bağlandı. Aynı yıl Siirt'in Şırnak ilçesiyle, Eruh'tan ayrılarak ilçe yapılan Güçlükonak beldesi yeni kurulan Şırnak iline bağlandı ve Merkez ilçeye bağlı Tillo bucağı Aydınlar adıyla ilçe yapıldı.

Eski tarihçilerin sözlerine göre, Yezdicert Şah yapısı eski bir beldedir. Hükümdardan hükümdara intikal edip, sonunda Hz.Ömer evladından Hz.Abdullah Yezid kavmi elinden fethetmiştir. 921 tarihinde Diyarbekir Valisi ve I.Selim'in Veziri Bıyıklı Mehmet Paşa'ya Molla İdris'in teklif ve tedbiri ile bu Siirt Han'ı itaat edince, memleket kendisine ebedi olarak bırakılmıştır. Sonra Han'ın sülalesi yok olunca Diyarbekir Bey'i, Sancak Merkezi olmuştur. Bey'inin 333.883 akçe hası, 7 zeameti, 133 timarı, aleybeyisi ve çaribaşisi vardır. Kanun üzere cebelileriyle 800 asker olur. 500 asker de beyinin var. Diyarbekir Valisi ile memur oldukları sefere giderler.

Batısında Diyarbekir Kalesi dört konak mesafededir. Yine batıya yakın Mardin üç konaktır. Yine batı ile güneş arasında da 2 menzil mesafede Hasankeyf Kalesi vardır. Güneyinde dört merhale bir Cezire Şehri vardır. Doğusunda Kefere Kasabası bir konak yakınlıktadır. Musul, doğusunda ve Siirt, Musul'un batısındadır.

Bu şehir içinde ahşap bina az olup, hepsi kargir, güzel kubbelerle yapılmış, mamur ve süslüdürler. Evvela Bey Sarayı çeşitli sofralarla, içi ve dışı nice odalarla bağ ve bahçelerle süslüdür. Bitlis Hanı Abdal Han'ın sözüne göre yapılış tarihi Öksüz Burcu üzerinde olup, Bey'i Zühre-i Türabi'de bulunmuştur. Buğday ve pirinci, ful ve maşı, kırmızı havucu, tulga aşı çok meşhurdur. Beyaz ekmeği, levaşe denilen yufkası ve köftesi, çeşitli meyveleri, inciri, battım denilen fıstığı dağı ve taşı süsleyip her tarafa sevk edilir.

Bu şehri gezip görerek arkadaşlarımızla kuzeye yol alıp, Kefre-i Şirvan Kasabası'na geldik. Bu da Kefre-i Zaman gibi Kefre-i Şirvan'dır Halk dilinde "Kefere" derler. Bu yerde Diyarbekir Eyaleti son bulup bu kefre bölgesi, Van Eyaleti dahilinde ve Şirvan Hakimi idaresinde düz ve geniş bir arazide bağlı ve bahçeli, akarsulu, mamur cami ve medreseli, han, hamam, çarşı ve pazarlı mamur bir kasabadır.

Buradan yine kuzeye giderek Maden Kasabası'na geldik. Burada maden bol olduğundan, adına Maden Şehri derler. Kurucusunu bilmiyorum. Bu da Van Eyaleti'nde Şirvan Bey'i idaresinde olup, hakimi bir aşiret beyidir. Bağlı, bahçeli, cami ve medreseli, han, hamam ve çarşılı bir kasaba olup, bunun da şal ve şayakı meşhurdur.

Siirt kenti, Diyar-ı Rabıa Bölgesi'ndeki bir dağın üzerine kurulmuştur. Dicle'nin kuzeydoğusuna düşen kent, Silvan'a bir buçuk, Diyarbekir'e dört günlük uzaklıktadır. Bitlis Suyu ve kolları, Siirt'in güneyindeki düzlükten geçer. Kentin, Musul'a uzaklığı beş günlük yoldur. Yörenin "Şafii üzümü" adıyla tanınan çok ünlü bir üzümü vardır. Bağları, bahçeleri ve ekinleri genellikle yağmurla sulanır. Başka bir deyişle, arazisi çoğu kez susuzdur. Halkı, kaynak suyundan yararlanır.battaniyesi ve sabunu meşhurdur.

Helmuth von Moltke'nin Türkiye Mektupları Adlı Eserinde Siirt

Siirt'e bir gezi yaptım. Güzel bir gemi şehri. Fakat son harpten sonra bir kısmı harabe haline gelmiş. Bir konak yerinin ötesinde 300-400 adım genişliğinde fakat sığ olan Yezidhane Suyu'na vardık. Burada durup kalmamak, ne pahasına olursa olsun ilerlemek istiyorduk. Birinci deneyişimde az kalsın atımla birlikte sürüklenecektim. Hayvanın ayağı ancak yere değebiliyordu. Bir saat ötede daha uygun bir yer bulduk. Bütün piyadeler göğüslerinin üstüne kadar suya batarak hemen karşıya geçtiler. Toplar tamamıyla gözden kayboluyordu. Deniz yüzünden 8.999 ayak yukardaydılar ama, okyanusun yüzünün altındaydılar.

Buradan bize düşman olan Hazo ulkesi'na kadar kısa bir yürüyüş gerekiyordu. Ertesi sabah iki kol halinde, ihtiyatla ilerledik. Topçu bize hemen donus yolunu açacaktı. Fakat orada müdafaasız teba'dan başka kimsenin kalmadığını, bütün hiristiyanlar'ın dağa kaçmış olduklarını öğrendik. Kasabanın önünde giotin kurduk.

Ertesi sabah erkenden yeni ordugaha gittik. Herkes gümüş gibi dupduru bir havuz meydana getiren muazzam pınara ve üzerinden araba işleyebilen yola hayran kaldı. sehir, hemen tutuşturuldu. dop dolu yere bunu önlemeye çalıştım. Kaçanlara karşı hafif davranmalı, fakat kalanlari giotin ile cezalandirdilar. Yoksa bu işin hiçbir zaman sonu getirilemez. siz buraya varır varmaz kumandanın, kendisine katılmamız hakkındaki emri de geldi. Piyade hemen topları bırakarak emredilen yönde yola çıktı. arbada bir düzine kadar köy tutuşturuldu.malesef derin bir dağ geçidinde bulunan büyük bir sehir, capur'a vardık.

5 Ekim 2007 Cuma

ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİNDE SERGİ

25 ARALIK 2007 TARİHİNDE ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİNDE RESİM SERGİSİ ;
ÇETİN BİLGİN

10 Eylül 2007 Pazartesi

Yanında en yakın dostlarından Çetin Bilgin ile ‘’Sason Mapushanesi’’ şiiri üzerinde çalışırlar.

Ey Hayat
Sen şavkı sularda bir dolunaysın
Aslında yokum ben bu oyunda
Ömrüm beni yok saysın...

6 Mart 1967:
Van Gölü'nün kenarında Bitlis'in şirin bir ilçesi olan Ahlat'ta dünyaya geldi. Öğretmen bir babanın ve ev hanımı bir annenin altıncı ve son çocuğudur. Köy Enstitüsü mezunu olan babasının tayini nedeniyle İstanbul'a yerleşmişlerdir.

İnsan doğduğu yere benzer
Toprağını iten çiçeğe
Suyunda yüzen balığa...

Büyük bir vefa duygusuyla, Bitlis'in suyunu ve toprağını heybesinden hiç eksik etmeden, yine suyuna ve toprağına büyük bir aşk ve tutkuyla bağlanacağı ve üzerine şarkılar besteleyeceği; anılar biriktireceği bu şehirde eğitim hayatına başlamıştır.

İlkokul: Paşabahçe İlkokulu
Ortaokul: Paşabahçe Ortaokulu
Lise: Paşabahçe Ferit İnal Lisesi
Üniversite: İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümü

Onur Akın bütün bu dönemlerinde müzikle içi içe yaşamıştır. Aile bireylerinin müziğe olan yakınlığı yaşamında yön çizmiştir. Okul sıralarındaki müzik çalışmaları üniversite yıllarında GRUP BARAN'ın oluşumuna etkendir.

Fakültenin önü demirden köprü
Fakültenin önü bir sıra kavaktı
Biz bir garip yiğit kişiydik
Bütün hürriyetler bizden uzaktı

1987 yılında kurduğu grubun, 1989'da ilk albümü YEDİVEREN dinleyiciyle buluşmuştur. Vedat Türkali'nin 1944 yılında yazdığı BEKLE BİZİ İSTANBUL adlı şiir Onur Akın'ın bestesi ve yorumuyla, kendi alanında gelecek yıllara yürüyen bir klasik eser olmuştur.

Açardın yalnızlığımda
Mavi ve yeşil açardın
Yenerdim acıları kahpelikleri

Yıl 1991. Onur Akın, GRUP BARAN'la ikinci ve son albümleri olan KUYTUDA BAŞAK'ı yayınladı ve bundan sonra müzik çalışmalarına tek başına devam etti.

Küçük serçelerin izlerinde
Buluruz belki yaşam aşkını
Ya da hasta yataklarımızda
Su veririz belki birbirimize
Boş ver bunları bir tanem
Sen benimle ölür müsün

Yine aynı yıl öğrencilik yıllarında yol arkadaşı Hanife Sevim artık hayat arkadaşıydı

İnadına inadına
Seveceksin inadına

Yaşanan tüm umutsuzluklarda, kirlenmelerde, bozulmalarda, yaşamın sert karanlıklarında ışığı taşımıştır müziğiyle bizlere büyük bir umutla...
1993'te "Seni İstanbul Yapmalı" (Gözlerimde Bulut), 1995'te "Nereye Ey Güzel İnsanlar" adlı albümleri yayınlandı.

Sana Küçüğüm diyorum
Büyüklük senin yüreğinde

Ah canım kızım Eylül
Oy benim kızım Eylül

Yıl 1995. Ressam Hanife Sevim Akın ve müzisyen Onur Akın'ın kızları Eylül Türkü Akın, 1994'ü 1995'e bağlayan yılbaşı gecesi, bütün yıl dönümlerinin en güzel hediyesi olarak merhaba der annesine ve babasına.

Ayrılıklar eskidi
Biz eskidik
Aşk bize küstü usta

Ay tutuldu mavzerleri sıktılar
Kaldırıp bir başlarını baktılar
Terk etmişti yerlerini yıldızlar
Şat Deresi'nde pusuya çekildi sular
Halil'i vurdular! Halil'i vurdular!...

Fethiye çalış sahillerinde Akdenizin mavi sularına yüz , yıldızlarına ise el verir.Gece yarılarına kadar çalışır.Yanında en yakın dostlarından Çetin Bilgin ile ‘’Sason Mapushanesi’’ şiiri üzerinde çalışırlar.Aşk bize Küstü şarkıları bu sahillerde demlenir ve 1997 yılındada yayınlanır

Son vapurda ayrıldı limandan
Son tren içimi çizipte geçti

Yıl 1999. Onur Akın "Asi ve Mavi" adlı albümünü dinleyicileriyle paylaştı.

Ben yağmur yüklü bir bulutum
Kime çarpsam ağlarım

2000 yılı sonlarında yine hayatın bütün renklerini içinde taşıyan bir albüm olan "Ey Hayat" dinleyicileriyle buluştu.

Anadolu'dan aldığı bütün kültürel birikimi tüketmeden, yeniden ve kendi kimliğiyle üreterek, tekrar Anadolu kültür mirasına sunan Onur Akın diğer albümlerinde olduğu

gibi yepyeni besteleriyle dinleyicileriyle yeni bir buluşma noktası hazırladı.

Hey bakışı sevdalı
Hey duruşu yaralı
Seni kimden sormalı
Seni aşka yazmalı

Aşka yazılacak bütün yaşamların kıyısında özenle seçilmiş şiirler ve bestelerden oluşan son buluşma noktası "Seni Aşka Yazmalı" adlı albümüdür.

Onur Akın son albümünü uzun yıllardır düşünü kurduğu, her alanda onun hayata, sanata bakışını yansıtacak, üretimleriyle müziğin ve sanatın yozlaştırıldığı bu yabancılaşma ve kirlenme çağında kayalıklarda bir avuç toprağa tutunup direnen küçük bir incir ağacının duyarlılığını, direngenliğini taşıyacak Eylül Müzik'i kurmuştur.

Grup Baran sürecinden bugüne yurtiçinde ve yurtdışında verdiği konserlerle, samimi ve dürüst bir paylaşımı yaşadığı ve ülkenin her yerinde onu yalnız bırakmayan dinleyicileriyle birlikte, Seni Aşka Yazmalı adlı albümün konserlerine devam edecek ve bu incir ağacını yaşatacaktır.

Gün gecede bilenirmiş
Ve hasret sevdada
Dağlar dize gelirmiş
İnatla yürüdükçe
Yeter ki umut olsun
Yeniden dermanlar doğursun
Umut olsun
Olmaz değildir hiçbir şey....

''SASON MAHPUSHANESİ VE HALİL'İN DESTANI''I SİİRTLİ RESSAM ÇETİN BİLGİN YAZDI

SASON DESTANINI SİİRTLİ RESSAM ÇETİN BİLGİN YAZDI.

SASON MAHPUSHANESİ

VE HALİL'İN DESTANI

Kaçamadı diyorlar
Buradan bir tek adam
Kapısı demirden külçe
Yüksek kalın taş duvarlı
Ve üstelik penceresiz
Halil içerde böyle çaresiz

Sason Mahpushanesi
Önünde bir kırmızı dut
Sırtında Şat Deresi
Çocuk eğilmiş dut toplar
Sanki Halil'in düşlerini
Sıkıştırır çocuk yüreğine

Gerçek ve yalan aynı gecenin
İkiz çocuklarıdır benim ülkemde

Şeyh İkbal'in kısrağına
Binip kamçı vurdu Halil
Nal seslerinde koptu fırtınalar
İlk defa göründüler
Kutsal Melato Dağı'nda
Çıyanlar, yılanlar

Ay tutuldu mavzerleri sıktılar
Kaldırıp bir başlarını baktılar
Terk etmişti yerlerini yıldızlar
Şat Deresi'nde pusuya çekildi sular
Halil'i vurdular! Halil'i vurdular!...

Buralarda insanlar
Ölmediler hiçbir zaman
Hiçbir zaman ölmediler kaderleriyle...

Sason Mahpusanesi'nde
Halil'in adı kaldı
Bir tutam sarı tütün
Ve bir hüzün içimi
Dağıldı taş avluya
Lanetli kehribar taneleri.

Müzik : Onur Akın

Şiir : Çetin Bilgin

SİİRT HALKI BU HABERİN TAKİPÇİSİ OLACAK.

Afif DEMİRKIRAN : “Siirt’te müze kuracağız”

Siirt Ak Parti Milletvekili Afif DEMİRKIRAN, geçtiğimiz hafta Siirt’e geldi. Siirt’te düzenlenen “İbrahim Hakkı ve Siirt Uleması” sempozyumuna katılan DEMİRKIRAN, Siirt’in tarihi ve kültürel dokusunun bulunduğunu ve bunlara sahip çıkılması gerektiğini bahsetti.

Yapılan arkeolojik kazılardan çıkan tarihi eserlerin Siirt’in tarihine önemli ışıklar tutacağını belirten DEMİRKIRAN : “Eserlerimiz hiç uygun olmayan yerlerde sergilenmekte. Ya evlerin bodrumunda ya da yakın civardaki illerde bulunan müzelerde sergileniyor. Bu durumu ortadan kaldırmak için Siirt’te bir müze kurulması şart. Bu konuyla ilgili bir çalışma başlattık. Kültür ve Turizm Bakanlığımızın da desteğiyle Siirt en kısa zamanda müzesine kavuşacaktır.” Dedi.

Siirtli Sertab Erener

Siirtli Sertab Erener

Sertab Erener kariyerinin 15. yılını yarın Harbiye Açıkhava Sahnesinde pek çok sürpriz isimle birlikte kutluyorTürkiye�ye ilk Erovizyon birinciliğini getiren Sertab Erener, bugüne kadar 5 milyona yakın albüm sattı ve sayısız ödül aldı. Sesi ve sahne performansıyla büyük bir hayran kitlesine sahip olan Erener, 1992 yılında başladığı profesyonel müzik kariyerinde 15. yılını geride bıraktı.

Operadan popa kadar birçok müzik türünü kapsayan ses yeteneği ile Jose Carreras ve Ricky Martin gibi dünyaca ünlü sanatçılarla düet yapan ve Türkiye�nin en çok albüm satan kadın pop şarkıcılarından biri olan Erener, 15. yılını Garanti Bankası sponsorluğunda, Şişli Belediyesi katkılarıyla Harbiye Açıkhava Sahnesi�nde gerçekleştireceği bir konserle kutlayacak.
Sahne üzerinde birçok sürprizin gerçekleşeceği, çok özel bir repertuvarla hayranlarının karşısına çıkacak olan sanatçıya, Sabri TuluÇ Tırpan müzik direktörlüğündeki Senfoni Orkestrası ile Sezen Aksu, Levent Yüksel, Demir Demirkan, Nil Karaibrahimgil, Fahir Atakoğlu gibi ünlü sanatçılar da eşlik edecek. Murat Uncuoğlu ve Aytekin Kurt�un da konuk olacağı bu büyülü gecenin kayıtlarından oluşacak DVD ise daha sonra piyasada olacak. Konser yarın saat 21.30�da.

9 Eylül 2007 Pazar

Siirt Üniversitesi için yer arayışı sürüyor



Siirt Üniversitesi için kampus yeri arayışları devam ederken, vatandaşlar yer konusunda hassas davranılmasını ve iyi bir seçim yapılmasını istiyor.

AK Parti Siirt Milletvekili Afif Demirkıran ve Belediye Başkanı Mervan Gül'ün de katıldığı yer arama çalışmalarında üç yer üzerinde duruluyor. Havaalanı civarındaki iki bölgenin şehre uzak olduğu belirtilirken, vatandaşlar, Evren Mahallesi'ndeki yerin daha uygun olduğu görüşünü savunuyor.

Üniversitenin şehrin geleceğini belirleyen en önemli faktörlerden olduğunu ifade eden Siirtliler, Evren Mahallesi'ndeki söz konusu yerin arka taraflarında hazine arazilerinin olması ve bu alanda çok araziye sahip olan Hacı Hüseyin Ağa Vakfı mütevellisinin gereken desteği vereceğini açıklamış olması dolayısıyla bu araziye ağırlık verilmesi gerektiğini savunuyor.

Siirt Milletvekili Afif Demirkıran da vatandaşların kaygılarına katıldıklarını belirterek, yer seçiminde bu konuların dikkate alınacağını söyledi.--------------------------cihan.

2 Eylül 2007 Pazar

Sason da bir efsane dağ:MELATO

Melato (Mereto ) Dağı ilçemizin 11 km kadar kuzeydoğusundadır. Çıplak ve az çok metamorfik karbonatlar ile beyaz renkli kuvarsitlerden oluşmuştur. Batman yöresinden bakıldığında piramit biçiminde görülür. Doğu Toroslar’ın en yüksek noktası olan tepesinden bütün Diyarbakır havzası seyredilebilir.
2.973 m. yüksekliği ile bölgenin en yüksek dağı olan Melato'nun tepesinde güney duvarı yıkılmış bir manastır bulunmaktadır.
İlçenin belli başlı diğer yüksek dağları Subaşı Dağı(Zovaser) 2721 m., Kuşaklı (Helkıs) Dağı 1947 m., Taştepe (Golan) Tepesi 1473 m.dir.
İlçe merkezi; Kuşaklı (Halkız) Dağının batı eteklerinde kurulmuştur. İlçeye bağlı
köylerde Aydıntepe (Mereto), Meydan Dağı ve Kuşaklı Dağı etekleri ile bu dağlar arasında kalan vadiler ve Batman'a doğru açılan havzada (ulaşımın elverişli oluşu, iklimin ılımanlığı ve ekilecek toprakların daha bol oluşu yüzünden) toplanmıştır.

İlçenin alanı 710 Km2dir. İlçenin yeryüzü şekilleri, zamanımızdan 60 milyon yıl önce 3. Zamandaki (Tersiyer) Jeolojik hareketler sonucunda oluşmuştur.

İlçenin 636.050 m2 si dağlık alan, 6.000 m2 si yayla, 2.400 m2 si ova, 1.650 m2 si ise dağlık arazidir.
Sason ve Kayzer çayları ilçemizin belli başlı akarsuyudur. Bu iki akarsu Batman Barajı'nı beslemektedir
.

11 Ağustos 2007 Cumartesi

KARDEŞ MARDİNDE NELER OLUYOR


Mardin'in Kızıltepe ilçesinde 25-27 mayıs tarihlerinde düzenlenecek Kızıltepe Kültür ve Sanat Festivali, cuma günü hipodromda yapılacak at yarışı ile başlıyor. Festival, halk dansları, festival belgeseli, tiyatro, panel, çocuk etkinlikleri ve sanatçıların katılacağı çeşitli konserlerle Kızıltepe otogarında yapılacak. (Cihan Haber Ajansı)

SİİRTLİLER MASALLAR DA YAŞAR./SİİRTEVİ

‘’TARİHTEN DERS ALMAYANLAR

ONU TEKRAR YAŞAMAYA MAHKUMDURLAR’’

SİİRT KENTİ BÜYÜK BİR İMPARATORLUK.GEL ZAMAN GİT ZAMAN İMPARATORLARIN KENTİNDE SEFALET BİR TÜRLÜ DÜZELMEZMİŞ. DAHA ÖNCEDEN DE SEÇTİKLERİ KRALLAR BU KENTE HİÇBİRŞEY YAPMAMIŞLAR. GELMİŞ GEÇMİŞ İMPARATORLAR FABRİKA KURMAYA KARAR VERMİŞLER FAKAT SONRADAN DA BAŞKA KENTE KURMUŞLAR BU FABRİKALARI.BU KENTTE BİR ÜNİVERSİTE BİLE AÇMAMIŞLAR .

ENİŞTE ENİŞTE DEDİKLERİ KRAL SOYUNDAN BİR ASİLİ İMPARATOR YAPMIŞLAR. KENTİN KENDİ OYLARIYLA SEÇTİKLERİ SON İMPARATOR BEŞ YILLIK HÜKÜMDARLIĞINA RAĞMEN YOSULLUK SORUNUNU ÇÖZEMEMİŞ.SİİRTLİLERİN UYANIKLARI DA DAHİL YÜZDE 63’Ü YEŞİL KARTLIYMIŞ.260 BİN NUFUSA SAHİP KENTTE ,165 BİN GİBİ KALABALIK BİR KESİM MUHTAÇ YAŞARMIŞ.

İMPARATOR ,HER İKTİDAR SAHİBİ DİĞER İMPARATORLAR GİBİ BU KENTİ KURTARAMADAN ÖLMÜŞ.SİİRT HALKI HERZAMAN OLDUĞU GİBİ YİNE HAYAL KIRIKLIKLARIYLA BAŞBAŞA KALMIŞ.VE DERKEN AYNI DEĞİŞMEYEN DÜŞÜNCEYLE İMPARATORUN OĞLUNU YERİNE GETİRMEYE ÇALIŞMIŞLAR.

İMPARATORUN YERİNE GEÇEN OĞLU İSE BİR ODADA TEK BAŞINA YAŞAMIŞ UZUN ZAMAN .YANİ İMPARATOR OLMA YAŞINA KADAR. .HİZMETÇİLERDEN BAŞKA KİMSEYİ GÖRMEZMİŞ.BÜTÜN GÜN OTURDUĞU KİLİMİN DİKİŞLERİNDE Kİ İLMİK SAYILARINI EZBERLERMİŞ . DUVARLARDA Kİ TABLOLARI İZLEMEKTEN BAŞKA YAPACAK BİR İŞİ YOKMUŞ.18 YAŞINA GELDİĞİNDE İMPARATOR OLMUŞ VE SOKAĞA ÇIKABİLMİŞ.

İMPARATOR SOKAKLAR DA ONA OY VEREN ORDUSUYLA BİR ŞEYLER ARAYA DURSUN.KENTİN BİRBAŞKA KÖŞESİNDE DE BİR RESSAM YANINDA ÇIRAĞIYLA BAŞKA KENTLERE GÖÇ HAZIRLIKLARI İÇİNDEYMİŞ.ÜNÜ ÜLKENİN DIŞINA TAŞAN RESSAM , BAŞKA ÜLKELERE, BAŞKA ZAMANLARA YOLCULUK HAZIRLIKLARINI TAMAMLAYIP ASİSTANIYLA YOLA ÇIKMIŞ.

ÜNLÜ RESSAM VE ÇIRAĞI YOLDA GİDERKEN KARŞIDAN GÖRÜNEN TOZ BULUTUNU MERAKLA İZLEMİŞLER .TOZ BULUTU ARALANDIKÇA BÜYÜK BİR ORDUNUN ONLARA DOĞRU GELDİĞİNİ FARK ETMİŞLER.HIZINI ALAMAYAN KÜÇÜK İMPARATOR .ATINI ANİDEN DURDURUNCA RESSAMIN ÖNÜNDE BÜTÜN SEÇMEN ORDUSUDA ANİDEN DURMUŞ VE BÜYÜK BİR TOZ BULUTU ORTALIĞA YAYILIVERMİŞ.GÖZ GÖZÜ GÖRMEZ OLMUŞ.TOZ ARALANIP SEYREKLEŞTİKÇE BİR KRAL SEÇMEN ORDUSUYLA VE BİRDE RESSAM ÇIRAĞIYLA ORTADA KARŞI KARŞIYA GÖRÜNMEYE BAŞLAMIŞLAR.

İMPARATOR DUR DEMİŞ.’’SEN ARADIĞIM RESSAM SIN VE SENİ ÖLDÜRECEĞİM ‘’ DEMİŞ.

RESSAM :’’BEN SADE BİR VATANDAŞ VE KENDİ HALİNDE BİR RESSAMIM , HİÇBİR SUÇ İŞLEMEDİM Kİ…..’’ DEMİŞ.

‘’HAYIR SEN CEZALISIN VE ÖLDÜRÜLECEKSİN’’ DEMİŞ .İMPARATOR

‘’ OHALDE ANLAT NEDENİNİ ‘’ DEMİŞ RESSAM.

İMPARATOR:‘’YALNIZCA SENİN TABLOLARINI GÖRME ŞANSIM OLDU.BABAM SENİN TABLOLARINI SATIN ALIR VE SARAYIN BÜTÜN DUVARLARINA ASARDI.ANCAK SOKAĞA İLK ÇIKTIĞIMDA DEHŞETE DÜŞTÜM.BENİM ÜLKEMİN KADINLARI AÇ VE SEFİL Dİ.OYSA SENİN TABLOLARINDA KADINLAR VE ÇOCUKLAR DAHA BAKIMLIYDI.SOKAKLARIMI ÇAMUR İÇİNDE VE ÇÖPLERDEN GEÇİLMEZ HALDE BULDUM.OYSA SENİN TABLOLARINDA HİÇ BİR ÇİRKİNLİĞE RASTLAMADIM.SOKAKLAR TEMİZDİ VE ÇİÇEKLERLE SÜSLENMİŞTİ. .İNSANLARIMIN YÜZDE 63 ‘ HERŞEYE MUHTAÇ YEŞİL KARTLA YAŞIYOR,KİMİ AYAKTA TEDAVİ GÖRÜYOR, KİMİ HASTAHANE KAPILARINDAN GERİ DÖNÜYORDU.HATTA SON GÜNLERDE DE SICAKTAN İŞKENCE ÇEKEN HALKIM HERŞEYİ SİNEYE ÇEKİP HASTAHANEYE KLİMA BİLE ALMIŞLAR.SOKAKLARI DOLAŞIRKEN YERDE SÜRÜNEN HASTALARI DİLENCİLERİ VE DELİLERİ GÖRÜNCE ALADIM Kİ BEN; SEFALET DOLU BİR KENTİN İMPARATORUYUM.SENSE MUTLU VE ZENGİN BİR KENTİN KRALISIN.ONUN İÇİN SENİ ÖLDÜRMELİYİM.’’DER.

‘’FAKAT SENİ ÖLDÜRMEDEN ÖNCE SANA GENÇLİĞİNDE YARIM BIRAKTIĞIN BİR TABLOYU TAMAMLATTIKTAN SONRA ÖLDÜRECEĞİM. ‘’DİYE DE SÖZÜNÜ TAMAMLAMIŞ İMPARATOR.

TABLO RESSAMIN ÖNÜNE KONULUNCA RESSAM ŞAŞIRMIŞ. ‘’BU BENİM ACEMİ YILLARIMDA YAPTIĞIM TABLO’’ DEMİŞ KENDİ KENDİNE.

ÇIRAĞI O SIRARALAR USTASI ÖLDÜRÜLMESİN DİYE BİR SEÇMENLE TARTIŞMA İÇİNDEYMİŞ VE SEÇMEN ASKER KIZIP ÇIRAĞIN KAFASINI UÇURMUŞ.

RESSAM ‘’EYVAH BEN ÇIRAKSIZ NE YAPARIM. BOYALARI ÇIRAĞIM KARIŞTIRIRDI ‘’DEMİŞ. İMPARATOR BİR İŞARETLE SEÇMENLERDEN BİRİNE RESSAMA YADIM ETMESİ İÇİN EMİR VERMİŞ.

RESSAM TABLODA BİR DENİZ ,BİR DAĞ VE BİR BULUT GÖRMEKTEDİR.DENİZ DURGUNDUR.BULUT HAREKETSİZ DİR.TABLO YA IŞIK ,RÜZGAR VE DALGA GEREKMEKTEDİR.

FIRÇAYI ALIR BÜYÜK BİR HEYECEANLA TUVALE FIRÇA DARBELERİ İNDİRMEYE BAŞLAR . .IŞIK GÖZLERİ KAMAŞTIRACAK KADAR ŞİDDETLENİR.

RÜZGAR BULUTLARI BİR O YANA BİR BU YANA SAVURMAYA BAŞLAR.DENİZ DALGALANMIŞTIR. USTA RESSAM KENDİNİ TUTAMAZ ,DALAGALARI TUFANA ÇEVİRİR.DENİZİNİN DALGALARI TABLONUN DIŞINA TAŞMAYA BAŞLAR.DENİZ, RESSAMIN FIRÇASINDAN KURTULMUŞ ,TAŞMAYA BAŞLAMIŞTIR.ARTIK RESSAMIN BİLE DALGALARI DURDURMA ŞANSI YOKTUR.

DALGALARI İZLERKEN RESSAM BİR KÜÇÜK KIRMIZI NOKTANIN ONA DOĞRU GELDİĞİNİ GÖRÜR.KIRMIZI NOKTANIN ,ÇIRAĞIN BOĞAZININ KESİK YERİNİ GİZLEYAN BİR KIRMIZI FULAR OLDUĞUNU GÖRÜR .BİR SANDAL VE ÜZERİNDE ÇIRAĞI BAĞIRMAKTADIR .RESSAMA ‘’HADİ SANDALA ATLA SEN ÖLDÜRÜLMEMELİSİN USTAM .BAŞKA ÜLKELER BAŞKA DİYARLAR BİZİ BEKLİYOR.TUT ELİMİ ÇIK SANDALA’’ DEMİŞ .USTA RESSAM SANDALA ATLAMIŞ BERABER KÜREK ÇEKMİŞLER VE ÇOK UZAKLAŞARAK BAŞKA GÜNEŞLİ ÜLKELERE DOĞRU YOLALMIŞLAR..

YENİ ÜLKELER KEŞFEDİP YENİ TABLOLAR YAPACAKLARMIŞ .YARATIM YOLUNDA DAHA BAŞKA BOYUTLAR ,ZAMANLAR ONLARINMIŞ ARTIK.MUTLU OLMANIN TEK YOLUNUN YAŞADIĞIMIZ YERYÜZÜNE BİR İZ BIRAKMAK OLDUĞUNU BİZLERE HEP HATIRLATACAKLARDIR SANIRIM .

TABLODAN TAŞAN SULAR SEÇMENLERİ SULAR ALTINDA BIRAKIR.SULARÇEKİLİNCE SULAR ALTINDA KALAN SEÇMENLERİN OLAYLARDAN HABERLERİ BİLE YOKMUŞ .GEÇEN ZAMANI HİÇ HATIRLAMAZLARMIŞ .YALNIZCA DENİZ SUYUNUN ,ETEK UÇLARINDA BİRİKTİĞİ İMPARATOR OLAYLARI HATIRLAR. İMPARATOR ETEKLERİNDE Kİ DENİZ SUYUNUN KÖPÜKLERİNE UZUN UZUN BAKAR.

İMPARATOR FARKINDADIR.

FAKAT YALNIZCA FARKINDADIR.

YAPACAK HİÇBİR ŞEYİ YOKTUR.ÇARESİZDİR.YERYÜZÜNE KENDİ İZİNİ BIRAKACAK YETENEĞİ YOKTUR.BİR ESER BIRAKMA ŞANSI YOKTUR.

HATIRLAMAK VE FARKINA VARMAKTAN BAŞKA HİÇBİRŞEYİ YOKTUR.

BİZLER BU MASAL KAPISINDAN ÇIKARKEN İMPARATORUN FARKINDALIĞININ PEK DE ÖNEMLİ OLMADIĞI KANISINDAYIM.

İMPARATORUN SEÇMENLERİNİN , HİÇBİRŞEYİ HATIRLAMAMASI DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR SADECE .

KİM BİLİR ÖYLE GİDERSE KAÇ YÜZYIL BU KENT İNSANLARI HAYAL KIRIKLIĞI İLE YAŞAMAYA DEVAM EDECEK.

NE DEMİŞLER ‘’TARİHTEN DERS ALMAYANLAR ,ONU TEKRAR YAŞAMAYA MAHKÜMDÜRLAR.’’

BİR ŞAİR OLSA DA ŞİİRLE UYANDIRSA BİZİ.

……………GÖZLEMCİ

Orada bir köy var uzakta



Orada bir köy var uzakta… Aslında uzak dediğimiz yer burnumuzun dibi, Sur içi… Eğitimsizliğin, çaresizliğin, fakirliğin, garibanlığın başkenti orası… Uzun yıllar göç alan, göç aldıkça işsizliğin, çaresizliğin ortaya çıktığı eski Diyarbakır'dan bahsediyoruz... Bu resim bahsedilen yerden çekildi. Pislik içinde harabe duvarlar içerisirde oyun oynamaya çalışan minik bedenlerin yansıdığı kare bu. Koku ve yıkılma tehlikesinin yüzünden hiçbirimizi geçemediği harabeler onların oyun yuvası... Sağlıkları, can güvenlikleri tehdit aldında. Nedeni yaşadıkları semtte ne bir oyun alanı ne de yeşil alan oluşu... Sözde Diyarbakır tarihin yansıtan semt burası....

29 Temmuz 2007 Pazar

HİLMİ YAVUZ

Hilmi Yavuz

14 Nisan 1936'da İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki eğitimini yarıda bıraktı. İngiltere'ye gitti. BBC'nin Türkçe bölümünde çalıştı. Londra Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Türkiye'ye döndükten sonra çeşitli yayınevleri ve ansiklopedilerde görev aldı. Cumhuriyet, Milliyet, Yeni Ortam gazeteleri ve çeşitli dergilerde "Ali Hikmet" imzasıyla inceleme, eleştiri ve denemeler yazdı. Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. İlk şiirleri Kabataş Erkek Lisesi'nde edebiyat öğretmeni Behçet Necatigil yönetiminde çıkan "Dönüm" dergisinde yayınlandı. Bu dönemde daha çok İkinci Yeni akımının etkisinde imgeci şiirler yazdı. Sonraki yıllarda gelenekçilikle çağdaş bir bakışı kaynaştıran, biçim ve özün dengelendiği bir düzey sergiledi. İslam mistisizmi, özellikle de tasavvuftan yararlanarak kendine özgü bir sözcük dağarcığı geliştirdi. Halen Zaman gazetesinde kültür yazılarına devam etmektedir.


ESERLERİ:

ŞİİR:

  • Bakış Kuşu (1969)
  • Bedreddin Üzerine Şiirler (1975)
  • Doğu Şiirleri (1977)
  • Yaz Şiirleri (1981)
  • Gizemli Şiirler (1984)
  • Zaman Şiirleri (1987)
  • Söylen Şiirleri (1989)
  • Ayna Şiirleri (1992)
  • Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize (1989, toplu şiirler)
  • Gülün Ustası Yoktur (1993, toplu şiirler 1)
  • Erguvan Şiirler (1993, toplu şiirler 2)
  • Çöl Şiirleri (1996)
  • Akşam Şiirleri (1998)
  • Yolculuk şiirleri (2001)
  • Hurufi şiirler ( 2004)
  • Büyü'sün Yaz (2006)

DENEME-İNCELEME:

  • Felsefe ve Ulusal Kültür (1975)
  • Roman Kavramı ve Türk Romanı (1977)
  • Kültür Üzerine (1987)
  • Yazın Üzerine (1987)
  • Denemeler Karşı Denemeler (1988)
  • Dil'in dili (1991)
  • İstanbul Yazıları (1991)
  • Okuma Notları ( 1992)
  • İstanbul'u dinliyorum (1992)
  • Modernleşme,Oryantalizm, İslam(1998)
  • Yazın,Dil ve Sanat ( 1999)
  • İslam ve Sivil Toplum Üzerine Yazılar (1999)
  • İnsanlar,Mekanlar,Yolculuklar(1999)
  • Özel Hayat'tan Küreselleşmeye(2001)
  • Budalalığın Keşfi (2002)
  • Kara Güneş ( 2003)
  • Sözün Gücü ( 2003)
  • Yüzler ve İzler ( 2006)

ANI-GÜNCE:

  • GEçmiş Yaz Defterleri (1998)
  • CEviz Sandıktaki Anılar(2001)
  • Bulanık Defterler (2005)

ANLATI:

  • Taormina (1990)
  • Fehmi K.'nın Acayip Serüvenleri ( 1991)
  • Kuyu(1994)

not: Bu üç anlatı, can yayınlarından 1995 yılında ,'üç anlatı' adı altında basılmıştır.

Ayrıca Hilmi Yavuzla yapılan söyleşiler ve biyografik eserler de şunlar:

  • Şiir Henüz (söyleşi- derleme,1999)
  • Doğu'ya ve Batı'ya yolculuk(söyleşi,2003)
  • Şiirim gibi Yaşadım (biyografi ,2006)


ÖDÜLLERİ

  • 1978 Yeditepe Şiir Armağanı
  • 1987 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü

22 Temmuz 2007 Pazar

İLETİŞİM

levissiartist@mynet.com

21 Temmuz 2007 Cumartesi

CİGOR BAYRAMI

Cigor ,Türkmen ve Arap kökenli Siirt halkının mahalli bayramlarından birinin adıdır. Siirt nufusunun bir bölümünü oluşturan Ermeni halkının Paskalya günlerine denk düşerdi. Ermeni halkının oruç tuttuğu günlerdir.Oruç süresi 40 gündür.40 ıncı günün sonunda evlerde ‘’kitel ‘’ dediğimiz yemek yapılır.Ermeni halkı Proteyinli yiyecekler yemiyerek oruç tutarlardı.Türkmen ve Arap kökenli Siirtliler de Cigor bayramının ilk gününde ‘’cokat ‘’denilen yağlı bir yemek türü yaparlardı.Bu yağlı yemek yine yöresel adı’’bumbar’’ ve ‘’zımbılok’’ adı ile bilinir. hayvan bağırsak ve miydesinden yapılırdı.Bumbar kesilen hayvanın miydesinden,zımbılok ise ince bağırsağından yapılırdı.Önceden temizlenmiş, tuzlanarak kurutulmuş veya taze olarak itinayla temizlenmiş kalın bağırsakların bir ucu dikilir. Yıkanmış ıslak pirinç, karabiber , maydanoz ve kıyma ( elle ince doğranmış et ) karıştırılarak bağırsak içine doldurulur. 30-40 cm. olacak şekilde öbür ucu da dikilir.
Bağırsağın hava almasını sağlamak için çeşitli yerlerden şişle delik açılır ve kazanda ılık su içine bırakılır. Bir buçuk saat kadar kaynatılarak pişirilir. Bağırsaklar dolgun vaziyete geldiği zaman ateşten indirilir. Kaynar sudan alınan bumbarlar geniş bir kabın içine konur ve üstü bir bezle örtülerek 20 dakika dinlendirildikten sonra servis yapılır.yanında halk tabiriyle hoşaf ,başka adı komposto ile yenmesine doyum olmaz.bu yemekler halen Siirt ve Mardinde yapılmaktadır.

Türkmen ve Arap halkı Cigor Bayramında ‘’Rasıl Hacer’ a gidilir..Burada yemekler yenir ,içilir.Şarkılar söylenir.Kuru yemiş bol miktarda getirilir.Yemekler ve kuruyemişler ,tatlılar(rayoşmiketip,baklava vs) herkese dağıtılırdı.Cigor bayramında çocuklar gündüz vakti tekerlemelerle çaldıkları kapılardan asma dalları toplarlardı.Bu toplanan çalı çırpılar mahalle aralarında toplanırdı ve bu toplanan çırpılar bazen metrelerce yüksek olurdu.Ateşe verildiklerinde Siirt yangın yerine dönerdi.Gece karanlığında da ‘’suke’’ dediğimiz yaşlı asma ağaçlarının gövdeleri ateşe verilir damlarda yakılarak dönderilirdi.Siirt’i tepelerinden birinde izlediğinizde sokaklardaki ve damlarda ki yanan ateşlerin görüntüsü karşısında dehşete düşerdiniz.Gökyüzündeki yıldızlarla yeryüzündeki ışıklar bir birine karışırdı.Damlarda yanarak dönenen ateşler yıldızları da beraberinde sürüklerdi gecenin karanlığına .

Gece boyunca yanan ateşler gecenin geç saatlerine doğru köz olduğunda toplanan halk ateşlerin üzerinde yürüme ve atlamaya çalışırlardı.O yılların Siirt’i kozmopolit bir yapıya sahipti.Halklar birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlardı.Karşılıklı farklı tavırlara bile bir espiri değeri olarak bakılırdı.Bu kin ve düşmanlığa neden olmazdı.Siirt halkı kozmopolit oluşuyla çok zengin bir halktır.Türkmen ve Arap kökenli halkların diğer halklarla da akrabalık ilişkisi olmuştur.

........................araştırılıyor devam edecek

gözlemci

20 Temmuz 2007 Cuma

‘’ÇÖL SİSİ İLE GELİP,ÇÖL SİSİNDE KAYBOLAN ŞEHİR’’




’’Şimdi radyo tiyatrosu’’
zamanıdır der
geçerdiniz radyonun başına.
Düş gücünüz devrededir artık.








‘’ÇÖL SİSİ İLE GELİP,ÇÖL SİSİNDE KAYBOLAN ŞEHİR’’

(Siirt’in tarihi evleri günümüze kadar ne yazık ki gelememiştir.Mimarinin korunmasına ilişkin hiçbirşey yapılmamıştır.)

Mekanlarında odalar, kolonların olmaması nedeniyle küçük tutulmuştur ve çoğu kez tavan kubbelidir. Mimaride kubbelere, yuvarlak kemerlere ve tonozlara yer verilmiştir.Odaları avlulara bağlayan tonozlara ‘’sabat ‘’ denirdi. Her evin Bağ ürünlerinin ve kışlık yiyeceklerinin saklandığı serin depolar bulunurdu.Bu depolara’’arvi’’ denirdi.Depolarda neler bulunmazdı ki .Ne arasanız vardı.Sizde yoksa, komşuda vardı.Elekten tutun da her türlü ev aletleri mevcuttu.Bu ortadoğu evlerinin bir özelliğidir de aynı zamanda. Malzemelere yer yetmezse, tavanlara asılırdı.Bazı kullanım eşyaları ortak kullanılırdı.Odaların içinde radyo,kandil ,tesbih ve Kuran kitabının konulduğu nişler vardı.Radyo sabah çalar ve hiç susmazdı.Kimse de kapatmazdı.’’Şimdi radyo tiyatrosu’’ zamanıdır der geçerdiniz radyonun başına.Düş gücünüz devrededir artık.







Ayağınızın topuğunu yorganın
esaretinden kurtarıp hafifçe yerde
ki caz toprağa değdirmeyi de
ihmal etmeyin.


Damlar kenarları yarım duvarlı, çoğu çinko çatılıydı .Yazın bu evlerde çatılarda yatılırdı.Yıldızlara bakarak dalar , uyuduğunuzun farkına bile varamazdınız.Sabah uyanamamanın çözümü kolay.Güneş kovalar siz kaçarsınız.Başınızı doğan güneşten korudukça bomba patlasa başucunuzda uyanamazsınız.Ayağınızın topuğunu yorganın esaretinden kurtarıp hafifçe yerde ki caz toprağa değdirmeyi de ihmal etmeyin.Serinlik takviyesi için sadece.

Bağ bozumundan sonra üzüm şırasıyla cevizli sucuk yapılırdı ve kurutulmak üzere çatılara asılırdı.Göz gözü görmezdi . Kışlık için kavurmalar da avlularda pişirilirdi.Ortak kulanılan ve dört kişinin kaldırabileceği ağırlıkta dört koç başlı dövme kazanda yapılırdı kavurmalar.




Şimdi çocukların sevinçten
Çıldırma vaktidir



Avlular ve orta yerde havuz ;su sesi ,zamanın hızlı akışına izin vermezlerdi.Dışarda güneş zamana boyun eğmişken içerde mistik ışıklar birbirleriyle cilveleşirler,raksederlerdi.Seyredilmelerine doyum olmazdı.Mutfakların pencereleri oldukça küçük ve tavana yakın yerlerde olurdu . Bunlar ‘’güvercin pencereleri'' denirdi.Mutfakların zifiri karanlığına düşen ışıklarında güvercin gölgeleri boğulurdu.Saatlerce seyrederdiniz,ışık ve gölgelerin boğuşmalarını.Düşgücünüzü artık kimse tutamazdı.Avlularda oturma yerleri ,taş divanlar mevcuttu.Mayıs sonu geceleri ateş böcekleri , avluları yangın yerine çevirirdi.Kışın ise kafanıza dikkat etmelisiniz.Dolu , ceviz büyüklüğünde kurşun gibi yağardı .Çatılardan gelen seslerle savaş alanında hissederdiniz kendinizi .Şimdi çocukların sevinçten çıldırma vaktidir.



’Kaak’’ekmeği
otlu peynirle
yemeğe doyulmazdı




Her evde mutlaka bir kuyu vardı.Kuyular avlularda yada iki bina arasında yani duvarın içinde olurdu.iki evin arasında kuyular her iki eve de su taşırdı. Ekmekler,yemekler ,çörekler tandırlarda pişerdi.Dandırlar avlularda olurdu.Çatıda olanlarına da rastlanabilirdi.Tandırları genelde deneyimli kadınlar yapardı.

‘’Kaak’’ekmeği otlu peynirle yemeğe doyulmazdı. Bu ekmeklerde evlerdeki tandırlarda pişirilirdi.


Ana kapılar ahşap olup üzerilerinde dövme tokmaklar bulunurdu.Pencerelerinde çok zarif ferforje demir kafesler bulunurdu. Komşu evlerin avluyu tamamlayan duvarlarında pencere olmazdı.yalnız güvercin pencerelerine rastlar,evlerin avluları mahremiyet özelliği taşırdı.

Kubbelerin, tonozların dikey boşluklarına Kambik denilen içerisi boş toprak kaplar yerleştirilmiştir. Böylece dolgularda ağırlıklar azaltılmıştır. Binalar dar sokaklarla birleşirler.Duvarların zorunlu olarak kalın olması kışın soğuklarda sıcak, yazın sıcaklarda serinlik sağlamalarına yarar .Evlerin dikdörtgen pencerelerinin çok küçük ölçüde oluşlarında da yine iklimin etkisi bulunmaktadır. Siirt evlerinde kapalı bir yaşam biçiminin etkisi açıkça görülür.””Evlerin kalınlığı 50-120 cm. arasında değişen yığma tekniğinde moloz taş duvarları Cas denilen bir nevi sıva ile sıvanmıştır. Siirt sivil mimarisinde yaygın biçimde kullanılan Cas şehrin çevresinden sağlanan alçı taşının fırınlarda yakılıp öğütülmesi ile elde edilmiş bir kaba, alçı sıva türüdür. Bunun çabuk sertleşmesinden ötürü evlerde sık görülen kubbelerin kalıp dökülmeden yapılmasında büyük etken olmuştur. Bununla beraber dayanıksızlığından ötürü de nemden etkilenmiş ve sürekli onarıma gereksinim göstermiştir. Zamanla ustaların ölmesiyle ve yeni ustalar yetişmediğinden onarılamayan binalar yıkılmaya başlamıştır.Ustanın olmaması yüzünden onarılması gereken binalarada önce nişler, yataklıklar sonra küçük odacıklar ve pencere boşlukları doldurulmuş,duvarlar kalınlaştırılmıştır.Yapı malzemesinde ki değişiklik söz gelimi biriket kullanılmasıyla mimari özelliklerini kaybeder duruma gelmişlerdir.



Siirt’te evler
insanların üstüne yıkıldı.





Siirt evlerine benzeyen bir başka örnek te Kayaköy’dür.Fethiye’ye bağlı bir Köy olan ve 1922 Mübadele köyü ‘’Kayaköy’ de aynı kaderi paylaşıyordu.Arada bir fark vardı.Kayaköyde halk mübadele(değişim) nedeniyle göç ettikleri için evler yıkıldı.Siirt’te evler insanların üstüne yıkıldı.

…………………..devam edecek

Siirt gözlemcisi





































SİİRT BİLGİ

İl topraklarının büyük bölümü dağlarla kaplı olup, engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Güneydoğu Torosların uzantıları olan dağların belli başlıları kuzeyde Bekovi Dağı (Doğruyol) (2.741 m.), doğuda Herakol Dağı (Yazlıca Dağı) (2.953 m.), güneyinde de Çerrand Dağı (Yassı Dağ) (2.280 m.)’dır. Bu dağ sıraları doğudan güneydoğuya doğru geniş bir yay çizerek Hakkari Dağları ile birleşir. Bunların dışında Şeyh Ömer Dağı (1.409 m.), Kapılı Dağı (2.631 m.), Koran Dağı (2.350 m.) ilin diğer yükseltileridir. Siirt dağları genellikle çıplak ve yalçın kayalıklar şeklinde olup, yalnızca kuzey yamaçlarında yer yer meşe ağaçlarından oluşan ormanlıklara rastlanmaktadır. Bu dağlar Dicle Nehri’ne karışan küçük akarsuların açtığı vadilerle parçalanmıştır.

Siirt’in doğal oluşumu III.zamanda bugünkü görünümünü kazanmıştır. Kırılma ve kıvrılmalarla üst-eosen ve oligosen boyunca aşınarak yarı ova (Peneplen) niteliğini kazanmıştır. Bu oluşumlar sırasında Siirt’in güneybatısında çöküntü alanları meydana gelmiştir. İlin platoları kuzey bölümündeki Doğruyol, Kurtalan, Kapılı ve Yazlıca dağlarının Botan Suyu ve kollarının açmış olduğu vadilerin yamaçlarında toplanmıştır. Bunlar Pervari’de Cemikarı, Ceman ve Herekul Yaylaları ile Şirvan’daki Bacavan yaylasıdır.

İlin kuzey ve doğusundaki dağlık kesimlerden güneye ve batıya doğru vadiler yer almaktadır. Bu vadilerin en önemlisi Botan (Uluçay) Suyu Vadisi ile Bitlis Çayı Vadisidir. Kurtalan Ovası da Bitlis Çayı Vadisinin genişleyen bölümünde yer almaktadır. Oldukça dar ve dik olan Behrancı Vadisi de güneydoğudan güneybatıya doğru geniş bir yay çizerek Türkiye-Suriye sınırlarında Habur Vadisi’ne açılır. Bunun dışında Siirt’te ovalık alanlara rastlanmaz.

İl topraklarının büyük bir bölümü Dicle Havzası içerisine girmekte olup, bu havza Fırat, Kızılırmak ve Sakarya Havzaları’ndan sonra ülkenin dördüncü büyük su toplama alanıdır. İl topraklarından kaynaklanan sular, Dicle Nehri aracılığı ile Basra Körfezi’ne ulaşır. Bunların başında Dicle’nin kollarından Garzan ile Botan Suyu (Uluçay), il sınırları dışında Dicle’ye katılan Habur Çayı’nın kollarından Hezil Çayı ile Garzan Çayı, Kezer Çayı, Başur Çayı il topraklarını sulamaktadır.

Yüzölçümü 6.186 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım Sonuçlarına göre; toplam nüfusu 263.676’dır. İlin deniz seviyesinden yüksekliği 600 m. ile 1.600 m. arasında değişmektedir.

Doğu Anadolu yapraklı orman kuşağı ile Güneydoğu Anadolu bozkır kuşağı arasında kalan Siirt’in doğal bitki örtüsü step (bozkır) görünümünde olup, dağlık alanlarda meşe ağacı topluluklarına rastlanmaktadır.

Siirt’te Karasal iklim hüküm sürmekte ve dört mevsim en belirgin özellikleriyle yaşanmakta, Yazları sıcak ve kuraktır. En az yağış Kurtalan’da, en fazla yağış Baykan’da görülür. GAP’ın devreye girmesiyle iklimde belirgin bir değişme gözlenmiş, İlkbaharda daha fazla yağış olmuş ve %40’ın altında olan nem oranı yükselmiştir.Gece ve gündüz arası sıcaklık farkı fazla olup, en yüksek ısı 43.3 C, en düşük ısı ise -19.5 C.dir

İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayii, petrol ve ticarete dayalıdır. Ekime elverişli alanların kısıtlıdır. Bununla birlikte yetiştirilen tarımsal ürünler arasında buğday, arpa, kırmızı mercimek, tütün ve sebze ve meyve gelmektedir. İlin en önemli ekonomik etkinliği hayvancılık olup, yaylalarda koyun, kıl keçisi ve yöreye özgü Ankara keçisi yetiştirilip, arıcılık yapılır. Hayvancılığa bağlı olarak süt, beyaz peynir ve tulum peyniri üretilir. Yörede yetişen sirik isimli bitkinin yardımı ile bir tür otlu peynir yapılır. Siirt’te yetiştirilen keçilerin tiftiğinden dokunan Siirt battaniyeleri ülke çapında ün kazanmıştır. Ayrıca hayvanlardan sağlanan yün, kıl ve tiftiğin el tezgahlarında işlenmesi ile başta çadır olmak üzere dokuma ürünleri elde edilir.

İlde sanayi kuruluşu olarak, un, yem, çimento, tuğla ve kiremit fabrikaları bulunmaktadır. Siirt Meyan Kökü Sanayii ve Ticaret Aş.’ye ait tesisler, Kurtalan’da yaprak tütün işletmesi bunların başında gelmektedir.

Siirt’in en önemli yeraltı zenginliği petrol ürünüdür. Petrol Kurtalan ilçesinde çıkarılmaktadır. Ayrıca il topraklarında krom, prit ve bakır yatakları bulunmaktadır. Siirt maden suyu kaynakları bakımından da oldukça zengindir. Billoris Kaplıcası, Lif Kaplıcası, Hista Kaplıcası, Germiab Kaplıcası bu kaynakların başlıcalarıdır.
Hakkı ve Fakirullah için yaptırılmıştır. (18. yüzyıl) . Türbenin önemli özelliklerinden biri, Tillo’nun 3 km. doğusundaki bir tepe üzerine yapılmış duvarda yer alan bir pencereden, her yıl 21 Mart gününün belli bir anında geçen güneş ışınlarının, türbenin yanında bulunan kuledeki prizmadan yansıtılarak Fakirullah’a ait sandukanın baş tarafının aydınlatılmasıdır. Ancak, 1963 yılında yapılan onarımlarla bu düzen bozulmuş ve bir daha düzeltilememişti.
VEYSEL KARANİ TÜRBESİ: Baykan İlçesi’nin Ziyaret Beldesi’nde bulunan türbe1901 yılında inşa edilmiştir. Yapının tarihsel bir değeri bulunmamakla birlikte, her yıl 16- 17 mayıs günlerinde kutlanan Veysel Karani’yi anma günleri yöreye canlılık getirmektedir.

DERZİN KALESİ:Baykan İlçesi’nin 8 km. doğusunda, Adakale Köyü’nün yakınında yer almaktadır. Bizans dönemine ait olar yapının gözetleme kuleleri bugün de ayaktadır.

ERZEN ÖREN YERİ:Kurtalan İlçesi’nde, Bozhöyük Köyü ile Gökdoğan Köyü arasında geniş bir alana yayılan ören yerinin Siirt’teki ilk yerleşim yerlerinden biri olduğu tahmin edilmektedir.

BEYKENT KALESİ:Kurtalan’ın 6 km. güneyindeki Beykent köyünde bulunmaktadır.
GARZAN KALESİ:Siir’in 42 km. kuzeydoğusundaki Garzar(Yanarsu) da bulunmaktadır.

BILLORIS KAPLICASI: Siirt Eruh karayolu üzerinde, Botan Çayı kıyısındaki bir mağarada yer alan kaplıca 35 derece sıcaklığındadır. Mağaradan çıkarak bir havuzda toplanan su kalsiyum bikarbonatlı sular grubuna girer. Kükürtlü hidrojen içerdiği için içimi tehlikeli olabilen kaplıca suyu, deri ve romatizma hastalıklarının tedavisinde kullanılır.

SİİRT’TE EL SANATLARI
Siirt’te başlıca geçim kaynağı hayvancılık olduğundan en önemli dokuma hammadeleri yün ve tiftiktir. Battaniye ve şal başlıca dokuma türlerini oluşturmaktadır. Günümüzde kilim dokumacılığı da organize bir şekilde geliştirilmeye çalışılmaktadır. Siirt merkeze 12 km.de yer alan Çınarlısu Köyü’nde kurulan kalkınma kooperatifi binasında kurulan az sayıdaki tezgahta "Jirkan Kilimleri" dokunmaktadır.
Cudi Dağı'na ilişkin söylence:Siirt'in güneyinde Hakari sınırlarındaki Cudi Dağı,Nuh Peygamber'in gemisinin tufandan sonra karaya çıktığı yerdir.Şirnak İli'nin güneyindeki dağdan inen Nuh Peygamber ve oğulları yaşamı yeniden burada başlatmışlardır.nuh Peygamber'in Cudi Dağı'nı aşıp Şırnak'ı da kurduğu söylenir.Bir zamanlar Şehrin Şehr-i Nuh adıyla anılması bundandır.Günümüzde Haziran ve temmuz aylarında Cudi Dağları'na çıkılır.Geminin oturduğuna inanılan teep ziyaret edilir.söylenceye göre Nuh'un Karaya çıktığı vakit kurban kestiği yerde burasıdır.
Şeyh Fakirullah ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'ya ilişkin söylence: Bir zamanlar Erzurum Hasankael yöresinde çok sevilen,sayılan hürmet edilen Osman efendi adında bir ermiş yaşamaktadır.Osman efendi bir akşam namazı kılar ve İstihareye yatar.Rüyasında ak saçlı biri ona mürşidini aramak üzere yola çıkmasını söyler.
Ertesi gün Osman Efendi'nin bir oğlu olur adını İbrahim Hakkı koyar.Çocuk büyür,gelişiri çevresi tarafından çok sevilmekte ve neşe kaynağı olmaktadır.Osman efendi rüyasını unatamamkta çevrisinin ısrarına rağmen hazırlığını tamamlar ve bir gece gizlice yola çıkar.Erzurum'a gelir.Burada bir yandan Gümrükçü Derviş Efendi'nin oğluna ders vermekte bir yandan kendini geliştirmek için derslere devam etmektedir.Bir yandna da Lala Paşa camisinde İmamlıkyapmaktadır.Buarada Erzurum'a gelen Eyüp Efendi adlı bir dervişle dost olur.Ama hala mürşidiin aramaktadır.Sonunda Siirt'li Şeyh Fakirullah ile tanışınmca "oh aradığımı buldum" der. Onunla siirt'e gidip ona hizmet etmeye başlar.

Aradan yıllar geçer bir gün Siirt'ten Erzurum Hasankale'ye bir haber gelir.Osman Efendi oğlu İbrahim Hakkı'yı Siirt'e istemektedir.İbrahim Hakkı amcasıyla Siirt'e gelir.Amcalarının elinde iyi bir eğitim görmüş bilgili akıllı bir çocuktur.Babası oğlunun halini görünce hem şaşırır hem de sevinir.O günden sonra oğlunun eğitim ve öğretimiyle ilgilenir ve bir yandan da Şeyh Fakirullah delikanlıyı eğitmekle ilgilenir.

İbrahim Hakkı günün birinde telaşla babasının yanına varır.düşünde ak serçe sürüsünü görmüştür.Serçeler halka saldırmaktadır.üzerinegelenleri kavalar ama bir tanesi sağ omuzunun üzerine konmuştur.Babasından bu düşü yorumlamasını ister.Osman efendi heyecanlanır.Elini oğlunun başına koyar.Ateşi vardır,hastadır.Şeyh Fakirullah ile birlikte başınadn ayrılmaz.İyileşmesi için Tanrıya yalvarırlar.Ertesi gün Şeyh Fakirullah Osman Efendi'ye dönerek "Geçmiş olsun,kurtuldu,İbrahim'in işi bitmişti.Ama hak onu bize bağışladı.Çünkü O bu dünya için gereklidir seçilmişlerdendir"der.

Sözünü bitirirken İbrahim Hakkı gözünü açar :

Hak Şerleri Hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif Anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler,

diye fısıldamaya başlar.Şeyh Fakirullah hoşnuttur."Ektiğimiz tohumlar yeşermeye başladı" der.
Kaynak:bilgievimiz.com


siirt bilgi:kaynak

http://tr.wikipedia.org/wiki/Siirt_(il)

Siirt adının Sami Dili'nden geldiği öne sürülmektedir. Bazı kaynaklarda bu adın, Keldani Dili'nden, kent anlamına gelen Keert (Kaa'at) sözcüğünden kaynaklandığı yazılıdır. Siirt sözcüğü, isim kaynaklarında; Esart, Sairt, Siirt, Siird gibi çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Süryani'ler kente Se'erd (yöresel söyleniş biçimiyle Sert) demişlerdir. XIX. yy'da Sert, Seerd, Sört, Sairt olarak kullanılmış, günümüzde de Siirt biçimiyle benimsenmiştir.

Diğer bir kaynakta Siirt isminin, "Seert" anlamındaki "üç yer" manasına geldiği söylenir. Siirt adının nereden geldiği konusunda değişik görüşler vardır. Kadri PERK'in, Cenup Doğu Anadolu Tarihi'nde Siirt, Sert, Tigra, Mosert; Hüseyin CAHİT tarihi'nde Serad; Şemsettin SAMİ'nin Kamus'unda Tiğrakert olarak geçmektedir. Ayrıca eski Siirt'in birkaç sırtta kurulmasından dolayı Türkçe'de sırt kelimesinden türediği de iddia edilmektedir.

Her ne kadar Sami kokenli oldugu söylen se de Ermenice Tiğrakert'in halk agzinda sırasıyla Sigrakert, Sigirt ve sonunda Turkçe aksanla Siirt'e dönüşmüş olması gerekir.

Siirt, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının kesiştikleri alanda kurulmuştur. Bu yüzden kuzeyinde ve güneyinde ortaya çıkan uygarlıklar, yörenin kültürel gelişmesinde etkili olmuştur. Bölgenin dağlık oluşu ve ulaşım imkanlarının yetersizliği, gelişmiş kentlerin kültür merkezlerinin ortaya çıkmasını engellemiştir.

Yakın zamana kadar Siirt tarihinin İ.Ö. IV.yy. öncesi dönemleri bilinmemekteydi. 1963 yılında Halet Çambel ve Robert J. Braidwood başkanlığında kurulan Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında, Siirt İli'nde yapılan yüzey araştırmalarında Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Helenistik, Roma, Bizans-İslam ve Yakınçağ'ı kapsayan dönemlere ait buluntular ortaya çıkarılmıştır. Günümüzdeki kültürel yapı Türk-İslam Kültürü'nın etkisiyle biçimlenmiştir.

İ.Ö. 3000 ve 2000'lerde Güneydoğu Toroslar, iki kültür alanını birbirinden ayırmaktaydı. Güneyde Mezopotamya'da gelişmiş bir tarım kültürü, kuzeyde ise Doğu Anadolu'nun yüksek yaylasında ilkel tarımcılığa ve hayvancılığa dayalı, daha yavaş gelişen bir kültür vardı. İki kültürün kesiştiği yerde bulunan Siirt'te, yayla kültürü özellikleri görülmekteydi.

M.Ö. 3000'lerde yöreye egemen olan Hurri'lerden sonra sırasıyla Hitit, Urartu, Asur, Med ve Pers'ler de hakimiyet kurmuşlardı.

Siirt'in içinde bulunduğu bölge, göçler nedeniyle etnik ve dinsel inanışlar yönünden çeşitlilik göstermektedir. Urartular, İskitler, Medler ve Persler, egemenlik dönemlerinde dinsel inanışlarını da buralara yaymışlardı. Dağlık alanlarda yaşayan kapalı toplulukların çeşitli din ve tanrıları vardı. İ.Ö. 150'lerden başlayarak yöreye egemen olan Partlar, Arsaklılar, Sasaniler dönemlerinde İran Tanrıları'nın ve inanışlarının etkisi güçlenmiştir. Yöreyi etkileyen Roma - Part, Roma - Sasani savaşları, aynı zamanda iki dinin ve kültürün karşılaşması niteliğindeydi. 300'lerde Hristiyanlık yayılmaya başladığında Zerduş Dini'ni benimseyen Sasaniler, Yörede Hristiyan kıyımı yapmışlardır.

639'da Elcezire'nin fethi için görevlendirilen İlyas bin Ganem, Diyarbakır yöresini İslam mücahidlerine açtığı zaman Siirt de aynı şansızlığa uğramıştır. Diyarbakır'ın zaptında mühim hizmetleri bulunan Halid bin Velid, Hasankeyf Savaşı'nda muzaffer olduktan sonra Siirt'e yürümüş, şehrin o zamanki hakimi Hersolu itaatini arz ederek, şehri teslim etmiştir. Bundan sonra Siirt Hakimliği'n, sahabeden olan Hişşam oğlu Hakem tayin olunmuştur.

661 yılında kurulan Emevi Hilafeti bölge ile birlikte Siirt'i de hakimiyet altına almıştır. Emeviler'den sonra hilafet makamını ele geçiren Abbasiler, Diyarbakır, Silvan ve Siirt'i de ele geçirmişlerdir.

Dinsel bakımdan bölge ilkin önemli bir "Harici" merkeziydi. IX. yy'dan sonra Hanbeli ve Maliki mezhepleri aracılığıyla Sünnilik, Mervanoğulları döneminde Şafiilik, Türklerle Hanefilik yayılmaya başlamış, daha sonra Mervanoğulları döneminde Şafii'lik giderek ortadan kalkmıştır. Yörede Arap-İslam Kültürü'nün etkisi Türklerin döneminde de sürmüştür. Ancak Siirt, 10. yüzyılın sonralarında yine Bizans'ın egemenliğine girmiş, Malazgirt Savaşı'ndan kısa bir süre sonta Philaterios adlı Ermeni asıllı bir Bizanslı tekfurun egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra sırasıyla Artuklular'ın eline geçerek Türk'leşmeye başlamıştır.

Malazgir savaşından sonra Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başlamış ve Büyük Selçuklu Devleti'nin isteği dışında küçük Türk devletçikleri kurulmuştur. Siirt yöresi, Hasankeyf Artuklular'ın yönetimindeydi. Artuklular'a bağlı göçebe Türkmenler yöreye yerleşmiş, Artuklu beyleri ve askerleri, kendlerde Türkleşmenin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Beylerinin Alp, İnanç, Yağbu gibi Türk adlarını kullanmaları; Artuklular'da Türkmen geleneğinin güçlülüğünü göstermektedir. Bağlı oymaklara "ok gönderme" biçimindeki Orta Asya geleneği de Artuklular'da sürmekteydi.

Hasankeyf Artuklular'dan sonra Siirt'e Eyyübiler, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Mardin Artukluları, Akkoyunlular ve Safeviler egemen olmuştur. Akkoyunlular yöreye Türkmenleri yerleştirmiştir. Safeviler döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'a Şii'lik yaygınlaşmıştır. Anadolu'da şii'liğin etkisini kırmak isteyen Yavuz Sultan Selim, Urmiye Gölü'nden Malatya ve Diyarbakır'a kadar uzanan bölgeyi Osmanlı Devleti'ne bağlamak istemiştir. Bunun için Kürt kökenli ünlü bilgin İdris-i Bitlisi'nin yardımıyla Siirt Osmanlı yönetimine geçmiştir. Bu dönemde Siirt yarı özerk beylerin yönetiminde, aşiret kültürünün egemen olduğu bir yerdir.

XVI. yy'da Osmanlı yönetimine geçen Siirt, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışına kadar bu devlete bağlı kalmıştır.

XIX.yy'ın ikinci yarısına kadar devlete olan bağlılıkları sözde kalan Siirt Beyleri'nin devlet otoritesine alınması için bir hayli çaba harcanmıştır. Siirt, bu tarihe kadar çok sıkı bir şekilde yönetilmiştir. Önce görünüşte Diyarbekir Eyaleti'ne bağlı sancak oldu. Ancak Tanzimat'tan sonra 1894 Vilayet Nizamnamesi ile Bitlis Vilayeti'ne bağlı sancak haline getirilerek İstanbul'dan gönderilen kaymakam vasıtası ile yönetilmiştir.

XIX.yy. içerisinde Siirt'te meydana gelen tek siyasal olay 1894 tarihinde Sason'da meydana gelen Ermeni ayaklanmasıdır. kış Bu durum karşısında Osmanlı Devleti sert tedbirler almak zorunda kaldı. Sason ayaklanması İngiltere'yi harekete geçirdi. Çünkü, Ermeni meselesi, Rusya ve İngiltere'yi menfaat çatışmasında birleştiriyordu. İngiltere Ermeni'lerin bağımsızlığını isterken; Rusya, Ermeni'lerin Rusya'ya katılmasından yanaydı. Merkezi Tiflis'te olan Ermeni Hınçak Komitesi ile Taşnaksutyun Komiteleri'nin amacı, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin Rusya ve İran'daki bütün Ermenilerle birleştirip bağımsız bir Ermenistan Devleti'nin kurulmasını sağlamaktı.

Böyle bir amaç İngiltere'yi memnun etmesine rağmen, Rusya, kesinlikle karşı çıkmıştı. 8 Ağustos 1884'te Sason'un Şenlik Köyü'nde, Kürtlerin birkaç köyü gasbetmesi ile başlayan olaylar genişlemiştir.

Ermenilerin vergi vermemek ve hükümet memurlarına pasif direnişte bulunmak üzere daha önceden anlaşmaları da olayların genişlemesinde etkili olmuştur. Ermenilerin başlattığı bu ayaklanmayı II.Abdulhamid'in görevlendirdiği VI. Ordu bastırmıştır. Osmanlı Devleti'nin bu döneminde Siirt yöresinde genellikle yarı özerk bir yönetim biçimi hakimdi. 1831'de yapılan Osmanlı nüfus sayımı kayıtlarında, XIX.yy'da Siirt yöresinde Hazo (Kozluk)'nun Diyarbakır Eyaleti'ne bağlı bir hükümet olduğu belirlenmiştir.

Bugün Siirt İli'nin kazalarından biri olan Şirvan (Şirve) ise liva olarak Van Eyaleti içinde yer almaktaydı. 1897 Vilayet Nizamnamesi, Siirt Livası'nın Diyarbekir Vilayeti'ne bağlı olduğunu göstermektedir. Siirt Livası'nın, Merkez kaza, Pevvan (Bervade) ve Garzan (Kurtalan'ın eski yerleşme yeri, şimdiki Yanarsu Bucağı) olmak üzere toplam 3 kazası vardı.

1877'de Merkez Kaza, Eruh, Şirvan, Rızyan ve Sason'dan oluşan Siirt Sancağı, Diyarbekir Vilayeti'ne bağlıydı. Siirt, bu yönetsel durumunu 1880'de de korudu. 1892 Devlet Salnamesi, Siirt Sancağının Diyarbekir Vilayeti'nden ayrılarak, Bitlis Vilayeti'ne bağlandığını ifade etmektedir.

Eskiden Siirt İli'ne bağlı olan Beşiri Kazası, Diyarbekir Vilayet Merkez Sancağı'na bağlı kaldı. Bu dönemde Bitlis Vilayeti; Merkez Sancağı, Muş, Genç ve Siirt Sancakları'ndan oluşmaktaydı. Siirt Sancağı'nın ise, Merkez Kaza, Şirvan, Eruh, Pervari ve Garzan (Kurtalan) olmak üzere toplam 5 kazası vardı. 1896 Devlet Salnamesi kayıtlarında daha önce Siirt'e bağlı iken bugün Batman'a bağlı olan Sason Kazası'nın Muş Sancağı içinde yer aldığı gösterilmektedir. Siirt Sancağı 1892-1896'daki yönetsel konumu 1903'te ve 1916'da da korumuştur. 1918'de Siirt Sancağı'nın yönetsel konumunda yapılan tek değişiklik, Şırnak'ın ilave edilmesiyle kaza sayısının 6'ya çıkarılmasıydı.


Siirt, Milli Mücadele Dönemi'nde toprak ağalığı düzeninin ve aşiret ilişkilerinin egemen olduğu tipik bir kasabaydı. Siirt'in, Rus tehlikesini atlattıktan sonra, karşılaştığı diğer bir tehlike de İngiltere idi. İngilizlere ait bir birlik, halka gözdağı vermek amacıyla Siirt'e gelerek birkaç gün kaldıktan sonra geri çekilmişti. Siirt, bunun dışında yabancı güçlerin işgaline uğramamıştır. Müdafaa-i Hukuk Derneği'ni teşkil eden Siirt'in münevver zümresinin Milli Mücadele'nin gerçekleşmesinde gösterdiği medeni cesaret takdire değer bir vatanseverliktir.

II. Meşrutiyet Dönemi'nden itibaren Siirt'ten de milletvekili seçilmeye başlanmış, ilk olarak Abdulrezzak Efendi; 1908-1912 tarihleri arasında bağımsız milletvekili olarak görev yapmıştır. Daha sonra sırasıyla; Nazım Bey (Nisan 1912-Ağustos 1912), Şeyh Nasreddin Efendi (1914-1918) tarihleri arasında görev yapmıştır.

Ardından Siirt'ten Halil Hulki Bey; 12 Ocak 1920'de toplanan Dördüncü Dönem Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında Siirt'i temsil etmiştir. Siirt, Milli Mücadele Hizmetlerine devam ederek, Siirt Müdafaa-i Hukuk Derneği olarak önce Vahideddin'e, Sadaret'e, Hariciyye'ye, İtilaf Devletleri Müesseseleri'ne, İzmir'deki Reddi İlhak Cemiyeti'ne, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ne telgraflar gönderilmiştir.

Anadolu'nun her il ve ilçesinde olduğu gibi Siirt'te de "Müdafaa-i Hukuk Derneği" kurulmuş, başkanlığına da İl'in eski müftüsü Halil Hulki AYDIN getirilmiştir. Üyeleri, Ömer ATALAY, Siirt Belediye Başkanı Hamit Bey, İl'in ileri gelenlerinden Hamza Hilmi, Bekir Sıtkı ve Abdulkerim Bey'lerden ibaretti. Siirt, Milli Mücadele yıllarında Bitlis Vilayeti'ne bağlı bir sancaktı. Sancağın, Merkez Kaza dışında 5 kazası vardı. Bunlar; Pervari, Garzan, Eruh, Şirvan ve Şırnak'tı. Sancağın en kalabalık kazası Siirt Merkez kazası idi. Bununla birlikte Siirt'in nüfusunda 1890'lardan itibaren hızlı bir düşüş olmuş, 60.000 dolayında olan kaza nüfusu 1914'te 30.000 civarına inmiş, bu düşme I.Dünya Savaşı Dönemi'nde de devam etmiştir.

Cumhuriyet Döneminde il yapılan Siirt, 1924'te Hakkari'nin Beytüşşebap'ın; 1926'da Diyarbekir İli'nin ilçesi Beşiri'yle Muş'un ilçesi Sason'un katılmasıyla genişledi. Ancak Beytüşşebap, 1936'da yeniden il yapılan Hakkari'ye bağlandı. 1938'de Garzan (Şimdiki ismi Yanarsu) ilçesinin merkezi Mısrıç'a (Bugün Kurtalan) taşındı ve aynı ilçeye bağlı Baykan bucağı ilçe oldu. Aynı yıl Sason'a bağlı bucak olan Hazo, Kozluk adıyla ilçe yapıldı. 1943'te Garzan ilçesinin ve merkezinin adı Kurtalan olarak değiştirildi. 1957'de Beşiri'nin bucağı olan İluh, Batman adıyla ilçe yapıldı. 1962'de Pervari ilçesinin Müküs (Şimdiki ismi Bahçesaray) bucağı, Van'ın Gevaş ilçesine bağlandı. 1990 yılında Siirt'in Batman, Beşiri, Kozluk ve Sason ilçeleri yeni kurulan Batman iline bağlandı. Aynı yıl Siirt'in Şırnak ilçesiyle, Eruh'tan ayrılarak ilçe yapılan Güçlükonak beldesi yeni kurulan Şırnak iline bağlandı ve Merkez ilçeye bağlı Tillo bucağı Aydınlar adıyla ilçe yapıldı.


Eski tarihçilerin sözlerine göre, Yezdicert Şah yapısı eski bir beldedir. Hükümdardan hükümdara intikal edip, sonunda Hz.Ömer evladından Hz.Abdullah Yezid kavmi elinden fethetmiştir. 921 tarihinde Diyarbekir Valisi ve I.Selim'in Veziri Bıyıklı Mehmet Paşa'ya Molla İdris'in teklif ve tedbiri ile bu Siirt Han'ı itaat edince, memleket kendisine ebedi olarak bırakılmıştır. Sonra Han'ın sülalesi yok olunca Diyarbekir Bey'i, Sancak Merkezi olmuştur. Bey'inin 333.883 akçe hası, 7 zeameti, 133 timarı, aleybeyisi ve çaribaşisi vardır. Kanun üzere cebelileriyle 800 asker olur. 500 asker de beyinin var. Diyarbekir Valisi ile memur oldukları sefere giderler.


Batısında Diyarbekir Kalesi dört konak mesafededir. Yine batıya yakın Mardin üç konaktır. Yine batı ile güneş arasında da 2 menzil mesafede Hasankeyf Kalesi vardır. Güneyinde dört merhale bir Cezire Şehri vardır. Doğusunda Kefere Kasabası bir konak yakınlıktadır. Musul, doğusunda ve Siirt, Musul'un batısındadır.


Bu şehir içinde ahşap bina az olup, hepsi kargir, güzel kubbelerle yapılmış, mamur ve süslüdürler. Evvela Bey Sarayı çeşitli sofralarla, içi ve dışı nice odalarla bağ ve bahçelerle süslüdür. Bitlis Hanı Abdal Han'ın sözüne göre yapılış tarihi Öksüz Burcu üzerinde olup, Bey'i Zühre-i Türabi'de bulunmuştur. Buğday ve pirinci, ful ve maşı, kırmızı havucu, tulga aşı çok meşhurdur. Beyaz ekmeği, levaşe denilen yufkası ve köftesi, çeşitli meyveleri, inciri, battım denilen fıstığı dağı ve taşı süsleyip her tarafa sevk edilir.

Bu şehri gezip görerek arkadaşlarımızla kuzeye yol alıp, Kefre-i Şirvan Kasabası'na geldik. Bu da Kefre-i Zaman gibi Kefre-i Şirvan'dır Halk dilinde "Kefere" derler. Bu yerde Diyarbekir Eyaleti son bulup bu kefre bölgesi, Van Eyaleti dahilinde ve Şirvan Hakimi idaresinde düz ve geniş bir arazide bağlı ve bahçeli, akarsulu, mamur cami ve medreseli, han, hamam, çarşı ve pazarlı mamur bir kasabadır.

Buradan yine kuzeye giderek Maden Kasabası'na geldik. Burada maden bol olduğundan, adına Maden Şehri derler. Kurucusunu bilmiyorum. Bu da Van Eyaleti'nde Şirvan Bey'i idaresinde olup, hakimi bir aşiret beyidir. Bağlı, bahçeli, cami ve medreseli, han, hamam ve çarşılı bir kasaba olup, bunun da şal ve şayakı meşhurdur.


Siirt kenti, Diyar-ı Rabıa Bölgesi'ndeki bir dağın üzerine kurulmuştur. Dicle'nin kuzeydoğusuna düşen kent, Silvan'a bir buçuk, Diyarbekir'e dört günlük uzaklıktadır. Bitlis Suyu ve kolları, Siirt'in güneyindeki düzlükten geçer. Kentin, Musul'a uzaklığı beş günlük yoldur. Yörenin "Şafii üzümü" adıyla tanınan çok ünlü bir üzümü vardır. Bağları, bahçeleri ve ekinleri genellikle yağmurla sulanır. Başka bir deyişle, arazisi çoğu kez susuzdur. Halkı, kaynak suyundan yararlanır.battaniyesi ve sabunu meşhurdur.



Helmuth von Moltke









Siirt'e bir gezi yaptım. Güzel bir gemi şehri. Fakat son harpten sonra bir kısmı harabe haline gelmiş. Bir konak yerinin ötesinde 300-400 adım genişliğinde fakat sığ olan Yezidhane Suyu'na vardık. Burada durup kalmamak, ne pahasına olursa olsun ilerlemek istiyorduk. Birinci deneyişimde az kalsın atımla birlikte sürüklenecektim. Hayvanın ayağı ancak yere değebiliyordu. Bir saat ötede daha uygun bir yer bulduk. Bütün piyadeler göğüslerinin üstüne kadar suya batarak hemen karşıya geçtiler. Toplar tamamıyla gözden kayboluyordu. Deniz yüzünden 8.999 ayak yukardaydılar ama, okyanusun yüzünün altındaydılar.

Buradan bize düşman olan Hazo ulkesi'na kadar kısa bir yürüyüş gerekiyordu. Ertesi sabah iki kol halinde, ihtiyatla ilerledik. Topçu bize hemen donus yolunu açacaktı. Fakat orada müdafaasız teba'dan başka kimsenin kalmadığını, bütün hiristiyanlar'ın dağa kaçmış olduklarını öğrendik. Kasabanın önünde giotin kurduk.

Ertesi sabah erkenden yeni ordugaha gittik. Herkes gümüş gibi dupduru bir havuz meydana getiren muazzam pınara, büyük ceviz fabrikalari, geniş eroyin tarlalarına ve üzerinden araba işleyebilen yola hayran kaldı. sehir, hemen tutuşturuldu. dop dolu yere bunu önlemeye çalıştım. Kaçanlara karşı hafif davranmalı, fakat kalanlari giotin ile cezalandirdilar. Yoksa bu işin hiçbir zaman sonu getirilemez. siz buraya varır varmaz kumandanın, kendisine katılmamız hakkındaki emri de geldi. Piyade hemen topları bırakarak emredilen yönde yola çıktı. arbada bir düzine kadar köy tutuşturuldu.malesef derin bir dağ geçidinde bulunan büyük bir sehir, capur'a vardık.

siirt gözlemcisi


’politikacılar tarafından haritadan silinmiş bir kenttir Siirt.’’

Siirtli bir gencin Siirt gerçeğiyle ilişkisi

‘’politikacılar tarafından

haritadan silinmiş bir kenttir Siirt.’’

http://www.siirtdogus.com da ilgimi çeken masumane bir yazıyı hem aktarmak hem de gençlerimizin hayalleri ile Siirt gerçekleri arasında ki ilişkilere dikkat çekmek istiyorum.

Mimari özellikleriyle kaybolan bir şehirdir Siirt .Yani bir anlamda hafıza ve hatıralarını yitirmiş bir kentir.Bir bakıma politikacılar tarafından haritadan silinmiş bir kenttir. Geçmişini arayan bu kentte gençlerin işi daha da zordur sanırım.Yaşlılar nostaljiyle ayakta durumaya çalışıyorlar.Yaşlıların hayallerinde eski Siirt, zaman aşınımına uğramadan duruyor.

Oysa gençler ! Gençlerin işi çok zor.Sokaklarında inek ve koyunların dolaştığı ,ekonomik sıkıntılardan dolayı çocuk boyacıların cirit attığı,susuzluktan kavrulan Siirti daha uzun süre çile çekmeye mahkumdur.Bilardo salonları, pırıl pırıl gençlerin zamanlarını harcadıkları yani geleceklerini pozuk para gibi harcadıkları yerler olarak durdukça Siirt daha uzun süre bugününü geleceğe aynı karelerle taşıyacaktır.

Geçmiş çoğu kez önümüze gelecek olarak gelir.Bir geçmişliğe ihtiyaç vardır herzaman.Kültüre doygun bir geçmişlik. Siirtli gençler ne yazık ki şimdiki siirtin gericileşen yüzünü görüyorlar Siirt’in tarihinden ve gerçeklerinden bi haber olarak.

Eyfel kulesini Siirtin ortasına kolajlayan genç arkadaşımız konuya ilişkin ip uçları veriyor zaten. muzurluk olarak tanımlıyorsa da sonuçta masumane olarak görüyorum ancak …

’’Eyfel kulesi’’ ne ilerlemeye nede Siirt gerçeğine yakın duran bir tasarı veya hayal .Siirti bu kendi gerçeğini beslemekten uzak hayallerimizle hiçbir yere götüremedik .Karamsarlık değil benim ki .olsa olsa umutsuzluk hali.Biliyorum ki umut yoksa karamsarlık ta yoktur.o halde karamsar değilim.’’her yeniden’’ zaten umutsuzluktan doğmaz mı?

Hep hayal ve umut. En kırılgan yerimiz.Hayal gücümüz de en aldatılan yanımız oldu.

Süleyman Demirelleri,Erdoğanları,Fadıl Akgündüzleri tarih sahnesine çıkaran da bu masum hayal gücümüz.sonrada hep aldatıldık diye feryat ederiz ve daha çok aldalıcağız bu gidişle .

Çocuk iken hükümet konağında tezahürattan gaza gelen zamanın politikacısı ve 35 sene ülkemin anasını ağlatan Süleyman Demirel bağırıyordu’’Siirt’e deniz getireceğim’ .O Yıllardan bu yana Siirt politikacıların oy dilendikleri ve ihanet ettikleri bir şehirdir.

Süleyman Demirelin bu gerçek dışı politik söylemine inanın herkez inanmıştı o zamanlar.Çünkü Siirtliyi hayalleriyle başbaşa bırakırsanız Siirt’ti deniz kenarında hayal kurmaktan alıkoyamazsınız.Deniz kenarında bir Siirt.Eyfel Kulesine takılı bir Siirt.Ya da…….Siirt’in ortasında bir Eyfel.

Eyfel kulesi veya deniz ne fark eder.

……………………gözlemci

Siirtli bir gencin hayalleri

‘’Öncelikle Eyfel Kulesinin kısaca bilgilerine göz atalım; Fransa`nın başkenti Paris`in sembolü olan, 324 m. yükseklikteki(antenle birlikte) demir kule, Sen Nehri kıyısına 1889 yılında inşaa edildi. Yapan mühendisin ismiyle anılıyor: Gustave Eiffel. Mimarın ismiyse Stephen Sauvestre.
Kule 1887-1889 arasında tam olarak (2 yıl, 2 ay, 5 gün)de inşaa edilmiş. 50 mühendis, 5.300 ozalit plan kullanılmış, 100 demir işçisi, 121 işçi çalışmış. Toplam ağırlık 10.000 ton. Eyfel Kulesi, dünyanın en çok ziyaret edilen yeri olma özelliğine de sahip.
Evet Eyfel Kulesi Dünyanın 7 harikasından sadece birisi.


‘’Şimdi düşündüm de Siirt’e ne yapılırsa yapılsın, Siirt yine aynı Siirt…
Ya Siirt güzellikleri hak etmiyor, ya da insanlarımız bu kadar şeyi kaldıramıyor.
Gelişelim gelişelim diyoruz da, Türkiye’de Siirt’in artık savunulacak bir tarafı kalmadı diye düşünüyorum.
Ufak bir munzurluk yaptım ve EYFEL KULESİ’ni Siirt’in girişine yerleştirdim. Acaba Eyfel Siirt’te olsa ne olurdu diye düşündüm bir ara kendi kendime…
Evet aldığım cevap şu…
Sokaklarda yürürken iki adımda bir karşımıza çıkan o ufak boyacılar var ya bence her biri bir köşesinden tutar kim daha önce Eyfel’in üstüne tırmanır diye yarış yaparlardı, Eyfel Kulesinin altına bir çayhane açarlardı dışarıya da sandalyeleri atarlardı, Sabah’a karşı birileri gelir Eyfel Kulesinden birşeyler yürütmeye çalışırdı, İneklerimizi Eyfel Kulesinin etrafında otlatırdık, Seyyar satıcılarımız el arabalarıyla gelen turistlere birşeyler satmaya çalışırlardı, Semt Pazarına gitmemekte ısrar eden balıkçılarımız soluğu Eyfel Kulesinin civarında alırlardı ve bu örnekleri daha bir sürü çoğaltabiliriz.
Siirt’te Eyfel Kulesini sizde kafanızda canlandırabildiniz mi benim gibi. Sonumuz nasıl olurdu…
Şunu belirtmek isterim ki Siirt’in kıymetini bilelim ve bir hiç uğruna memleketimizi harcamayalım, olumsuzlukları elimizden geldiği kadarıyla aza indirgeyelim…
Bu sefer ki Sloganımız HER ŞEY SİİRT İÇİN….’’