20 Temmuz 2007 Cuma

SİİRT BİLGİ

İl topraklarının büyük bölümü dağlarla kaplı olup, engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Güneydoğu Torosların uzantıları olan dağların belli başlıları kuzeyde Bekovi Dağı (Doğruyol) (2.741 m.), doğuda Herakol Dağı (Yazlıca Dağı) (2.953 m.), güneyinde de Çerrand Dağı (Yassı Dağ) (2.280 m.)’dır. Bu dağ sıraları doğudan güneydoğuya doğru geniş bir yay çizerek Hakkari Dağları ile birleşir. Bunların dışında Şeyh Ömer Dağı (1.409 m.), Kapılı Dağı (2.631 m.), Koran Dağı (2.350 m.) ilin diğer yükseltileridir. Siirt dağları genellikle çıplak ve yalçın kayalıklar şeklinde olup, yalnızca kuzey yamaçlarında yer yer meşe ağaçlarından oluşan ormanlıklara rastlanmaktadır. Bu dağlar Dicle Nehri’ne karışan küçük akarsuların açtığı vadilerle parçalanmıştır.

Siirt’in doğal oluşumu III.zamanda bugünkü görünümünü kazanmıştır. Kırılma ve kıvrılmalarla üst-eosen ve oligosen boyunca aşınarak yarı ova (Peneplen) niteliğini kazanmıştır. Bu oluşumlar sırasında Siirt’in güneybatısında çöküntü alanları meydana gelmiştir. İlin platoları kuzey bölümündeki Doğruyol, Kurtalan, Kapılı ve Yazlıca dağlarının Botan Suyu ve kollarının açmış olduğu vadilerin yamaçlarında toplanmıştır. Bunlar Pervari’de Cemikarı, Ceman ve Herekul Yaylaları ile Şirvan’daki Bacavan yaylasıdır.

İlin kuzey ve doğusundaki dağlık kesimlerden güneye ve batıya doğru vadiler yer almaktadır. Bu vadilerin en önemlisi Botan (Uluçay) Suyu Vadisi ile Bitlis Çayı Vadisidir. Kurtalan Ovası da Bitlis Çayı Vadisinin genişleyen bölümünde yer almaktadır. Oldukça dar ve dik olan Behrancı Vadisi de güneydoğudan güneybatıya doğru geniş bir yay çizerek Türkiye-Suriye sınırlarında Habur Vadisi’ne açılır. Bunun dışında Siirt’te ovalık alanlara rastlanmaz.

İl topraklarının büyük bir bölümü Dicle Havzası içerisine girmekte olup, bu havza Fırat, Kızılırmak ve Sakarya Havzaları’ndan sonra ülkenin dördüncü büyük su toplama alanıdır. İl topraklarından kaynaklanan sular, Dicle Nehri aracılığı ile Basra Körfezi’ne ulaşır. Bunların başında Dicle’nin kollarından Garzan ile Botan Suyu (Uluçay), il sınırları dışında Dicle’ye katılan Habur Çayı’nın kollarından Hezil Çayı ile Garzan Çayı, Kezer Çayı, Başur Çayı il topraklarını sulamaktadır.

Yüzölçümü 6.186 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım Sonuçlarına göre; toplam nüfusu 263.676’dır. İlin deniz seviyesinden yüksekliği 600 m. ile 1.600 m. arasında değişmektedir.

Doğu Anadolu yapraklı orman kuşağı ile Güneydoğu Anadolu bozkır kuşağı arasında kalan Siirt’in doğal bitki örtüsü step (bozkır) görünümünde olup, dağlık alanlarda meşe ağacı topluluklarına rastlanmaktadır.

Siirt’te Karasal iklim hüküm sürmekte ve dört mevsim en belirgin özellikleriyle yaşanmakta, Yazları sıcak ve kuraktır. En az yağış Kurtalan’da, en fazla yağış Baykan’da görülür. GAP’ın devreye girmesiyle iklimde belirgin bir değişme gözlenmiş, İlkbaharda daha fazla yağış olmuş ve %40’ın altında olan nem oranı yükselmiştir.Gece ve gündüz arası sıcaklık farkı fazla olup, en yüksek ısı 43.3 C, en düşük ısı ise -19.5 C.dir

İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayii, petrol ve ticarete dayalıdır. Ekime elverişli alanların kısıtlıdır. Bununla birlikte yetiştirilen tarımsal ürünler arasında buğday, arpa, kırmızı mercimek, tütün ve sebze ve meyve gelmektedir. İlin en önemli ekonomik etkinliği hayvancılık olup, yaylalarda koyun, kıl keçisi ve yöreye özgü Ankara keçisi yetiştirilip, arıcılık yapılır. Hayvancılığa bağlı olarak süt, beyaz peynir ve tulum peyniri üretilir. Yörede yetişen sirik isimli bitkinin yardımı ile bir tür otlu peynir yapılır. Siirt’te yetiştirilen keçilerin tiftiğinden dokunan Siirt battaniyeleri ülke çapında ün kazanmıştır. Ayrıca hayvanlardan sağlanan yün, kıl ve tiftiğin el tezgahlarında işlenmesi ile başta çadır olmak üzere dokuma ürünleri elde edilir.

İlde sanayi kuruluşu olarak, un, yem, çimento, tuğla ve kiremit fabrikaları bulunmaktadır. Siirt Meyan Kökü Sanayii ve Ticaret Aş.’ye ait tesisler, Kurtalan’da yaprak tütün işletmesi bunların başında gelmektedir.

Siirt’in en önemli yeraltı zenginliği petrol ürünüdür. Petrol Kurtalan ilçesinde çıkarılmaktadır. Ayrıca il topraklarında krom, prit ve bakır yatakları bulunmaktadır. Siirt maden suyu kaynakları bakımından da oldukça zengindir. Billoris Kaplıcası, Lif Kaplıcası, Hista Kaplıcası, Germiab Kaplıcası bu kaynakların başlıcalarıdır.
Hakkı ve Fakirullah için yaptırılmıştır. (18. yüzyıl) . Türbenin önemli özelliklerinden biri, Tillo’nun 3 km. doğusundaki bir tepe üzerine yapılmış duvarda yer alan bir pencereden, her yıl 21 Mart gününün belli bir anında geçen güneş ışınlarının, türbenin yanında bulunan kuledeki prizmadan yansıtılarak Fakirullah’a ait sandukanın baş tarafının aydınlatılmasıdır. Ancak, 1963 yılında yapılan onarımlarla bu düzen bozulmuş ve bir daha düzeltilememişti.
VEYSEL KARANİ TÜRBESİ: Baykan İlçesi’nin Ziyaret Beldesi’nde bulunan türbe1901 yılında inşa edilmiştir. Yapının tarihsel bir değeri bulunmamakla birlikte, her yıl 16- 17 mayıs günlerinde kutlanan Veysel Karani’yi anma günleri yöreye canlılık getirmektedir.

DERZİN KALESİ:Baykan İlçesi’nin 8 km. doğusunda, Adakale Köyü’nün yakınında yer almaktadır. Bizans dönemine ait olar yapının gözetleme kuleleri bugün de ayaktadır.

ERZEN ÖREN YERİ:Kurtalan İlçesi’nde, Bozhöyük Köyü ile Gökdoğan Köyü arasında geniş bir alana yayılan ören yerinin Siirt’teki ilk yerleşim yerlerinden biri olduğu tahmin edilmektedir.

BEYKENT KALESİ:Kurtalan’ın 6 km. güneyindeki Beykent köyünde bulunmaktadır.
GARZAN KALESİ:Siir’in 42 km. kuzeydoğusundaki Garzar(Yanarsu) da bulunmaktadır.

BILLORIS KAPLICASI: Siirt Eruh karayolu üzerinde, Botan Çayı kıyısındaki bir mağarada yer alan kaplıca 35 derece sıcaklığındadır. Mağaradan çıkarak bir havuzda toplanan su kalsiyum bikarbonatlı sular grubuna girer. Kükürtlü hidrojen içerdiği için içimi tehlikeli olabilen kaplıca suyu, deri ve romatizma hastalıklarının tedavisinde kullanılır.

SİİRT’TE EL SANATLARI
Siirt’te başlıca geçim kaynağı hayvancılık olduğundan en önemli dokuma hammadeleri yün ve tiftiktir. Battaniye ve şal başlıca dokuma türlerini oluşturmaktadır. Günümüzde kilim dokumacılığı da organize bir şekilde geliştirilmeye çalışılmaktadır. Siirt merkeze 12 km.de yer alan Çınarlısu Köyü’nde kurulan kalkınma kooperatifi binasında kurulan az sayıdaki tezgahta "Jirkan Kilimleri" dokunmaktadır.
Cudi Dağı'na ilişkin söylence:Siirt'in güneyinde Hakari sınırlarındaki Cudi Dağı,Nuh Peygamber'in gemisinin tufandan sonra karaya çıktığı yerdir.Şirnak İli'nin güneyindeki dağdan inen Nuh Peygamber ve oğulları yaşamı yeniden burada başlatmışlardır.nuh Peygamber'in Cudi Dağı'nı aşıp Şırnak'ı da kurduğu söylenir.Bir zamanlar Şehrin Şehr-i Nuh adıyla anılması bundandır.Günümüzde Haziran ve temmuz aylarında Cudi Dağları'na çıkılır.Geminin oturduğuna inanılan teep ziyaret edilir.söylenceye göre Nuh'un Karaya çıktığı vakit kurban kestiği yerde burasıdır.
Şeyh Fakirullah ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'ya ilişkin söylence: Bir zamanlar Erzurum Hasankael yöresinde çok sevilen,sayılan hürmet edilen Osman efendi adında bir ermiş yaşamaktadır.Osman efendi bir akşam namazı kılar ve İstihareye yatar.Rüyasında ak saçlı biri ona mürşidini aramak üzere yola çıkmasını söyler.
Ertesi gün Osman Efendi'nin bir oğlu olur adını İbrahim Hakkı koyar.Çocuk büyür,gelişiri çevresi tarafından çok sevilmekte ve neşe kaynağı olmaktadır.Osman efendi rüyasını unatamamkta çevrisinin ısrarına rağmen hazırlığını tamamlar ve bir gece gizlice yola çıkar.Erzurum'a gelir.Burada bir yandan Gümrükçü Derviş Efendi'nin oğluna ders vermekte bir yandan kendini geliştirmek için derslere devam etmektedir.Bir yandna da Lala Paşa camisinde İmamlıkyapmaktadır.Buarada Erzurum'a gelen Eyüp Efendi adlı bir dervişle dost olur.Ama hala mürşidiin aramaktadır.Sonunda Siirt'li Şeyh Fakirullah ile tanışınmca "oh aradığımı buldum" der. Onunla siirt'e gidip ona hizmet etmeye başlar.

Aradan yıllar geçer bir gün Siirt'ten Erzurum Hasankale'ye bir haber gelir.Osman Efendi oğlu İbrahim Hakkı'yı Siirt'e istemektedir.İbrahim Hakkı amcasıyla Siirt'e gelir.Amcalarının elinde iyi bir eğitim görmüş bilgili akıllı bir çocuktur.Babası oğlunun halini görünce hem şaşırır hem de sevinir.O günden sonra oğlunun eğitim ve öğretimiyle ilgilenir ve bir yandan da Şeyh Fakirullah delikanlıyı eğitmekle ilgilenir.

İbrahim Hakkı günün birinde telaşla babasının yanına varır.düşünde ak serçe sürüsünü görmüştür.Serçeler halka saldırmaktadır.üzerinegelenleri kavalar ama bir tanesi sağ omuzunun üzerine konmuştur.Babasından bu düşü yorumlamasını ister.Osman efendi heyecanlanır.Elini oğlunun başına koyar.Ateşi vardır,hastadır.Şeyh Fakirullah ile birlikte başınadn ayrılmaz.İyileşmesi için Tanrıya yalvarırlar.Ertesi gün Şeyh Fakirullah Osman Efendi'ye dönerek "Geçmiş olsun,kurtuldu,İbrahim'in işi bitmişti.Ama hak onu bize bağışladı.Çünkü O bu dünya için gereklidir seçilmişlerdendir"der.

Sözünü bitirirken İbrahim Hakkı gözünü açar :

Hak Şerleri Hayreyler
Zannetme ki gayreyler
Arif Anı seyreyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler,

diye fısıldamaya başlar.Şeyh Fakirullah hoşnuttur."Ektiğimiz tohumlar yeşermeye başladı" der.
Kaynak:bilgievimiz.com


siirt bilgi:kaynak

http://tr.wikipedia.org/wiki/Siirt_(il)

Siirt adının Sami Dili'nden geldiği öne sürülmektedir. Bazı kaynaklarda bu adın, Keldani Dili'nden, kent anlamına gelen Keert (Kaa'at) sözcüğünden kaynaklandığı yazılıdır. Siirt sözcüğü, isim kaynaklarında; Esart, Sairt, Siirt, Siird gibi çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Süryani'ler kente Se'erd (yöresel söyleniş biçimiyle Sert) demişlerdir. XIX. yy'da Sert, Seerd, Sört, Sairt olarak kullanılmış, günümüzde de Siirt biçimiyle benimsenmiştir.

Diğer bir kaynakta Siirt isminin, "Seert" anlamındaki "üç yer" manasına geldiği söylenir. Siirt adının nereden geldiği konusunda değişik görüşler vardır. Kadri PERK'in, Cenup Doğu Anadolu Tarihi'nde Siirt, Sert, Tigra, Mosert; Hüseyin CAHİT tarihi'nde Serad; Şemsettin SAMİ'nin Kamus'unda Tiğrakert olarak geçmektedir. Ayrıca eski Siirt'in birkaç sırtta kurulmasından dolayı Türkçe'de sırt kelimesinden türediği de iddia edilmektedir.

Her ne kadar Sami kokenli oldugu söylen se de Ermenice Tiğrakert'in halk agzinda sırasıyla Sigrakert, Sigirt ve sonunda Turkçe aksanla Siirt'e dönüşmüş olması gerekir.

Siirt, Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının kesiştikleri alanda kurulmuştur. Bu yüzden kuzeyinde ve güneyinde ortaya çıkan uygarlıklar, yörenin kültürel gelişmesinde etkili olmuştur. Bölgenin dağlık oluşu ve ulaşım imkanlarının yetersizliği, gelişmiş kentlerin kültür merkezlerinin ortaya çıkmasını engellemiştir.

Yakın zamana kadar Siirt tarihinin İ.Ö. IV.yy. öncesi dönemleri bilinmemekteydi. 1963 yılında Halet Çambel ve Robert J. Braidwood başkanlığında kurulan Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi kapsamında, Siirt İli'nde yapılan yüzey araştırmalarında Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Helenistik, Roma, Bizans-İslam ve Yakınçağ'ı kapsayan dönemlere ait buluntular ortaya çıkarılmıştır. Günümüzdeki kültürel yapı Türk-İslam Kültürü'nın etkisiyle biçimlenmiştir.

İ.Ö. 3000 ve 2000'lerde Güneydoğu Toroslar, iki kültür alanını birbirinden ayırmaktaydı. Güneyde Mezopotamya'da gelişmiş bir tarım kültürü, kuzeyde ise Doğu Anadolu'nun yüksek yaylasında ilkel tarımcılığa ve hayvancılığa dayalı, daha yavaş gelişen bir kültür vardı. İki kültürün kesiştiği yerde bulunan Siirt'te, yayla kültürü özellikleri görülmekteydi.

M.Ö. 3000'lerde yöreye egemen olan Hurri'lerden sonra sırasıyla Hitit, Urartu, Asur, Med ve Pers'ler de hakimiyet kurmuşlardı.

Siirt'in içinde bulunduğu bölge, göçler nedeniyle etnik ve dinsel inanışlar yönünden çeşitlilik göstermektedir. Urartular, İskitler, Medler ve Persler, egemenlik dönemlerinde dinsel inanışlarını da buralara yaymışlardı. Dağlık alanlarda yaşayan kapalı toplulukların çeşitli din ve tanrıları vardı. İ.Ö. 150'lerden başlayarak yöreye egemen olan Partlar, Arsaklılar, Sasaniler dönemlerinde İran Tanrıları'nın ve inanışlarının etkisi güçlenmiştir. Yöreyi etkileyen Roma - Part, Roma - Sasani savaşları, aynı zamanda iki dinin ve kültürün karşılaşması niteliğindeydi. 300'lerde Hristiyanlık yayılmaya başladığında Zerduş Dini'ni benimseyen Sasaniler, Yörede Hristiyan kıyımı yapmışlardır.

639'da Elcezire'nin fethi için görevlendirilen İlyas bin Ganem, Diyarbakır yöresini İslam mücahidlerine açtığı zaman Siirt de aynı şansızlığa uğramıştır. Diyarbakır'ın zaptında mühim hizmetleri bulunan Halid bin Velid, Hasankeyf Savaşı'nda muzaffer olduktan sonra Siirt'e yürümüş, şehrin o zamanki hakimi Hersolu itaatini arz ederek, şehri teslim etmiştir. Bundan sonra Siirt Hakimliği'n, sahabeden olan Hişşam oğlu Hakem tayin olunmuştur.

661 yılında kurulan Emevi Hilafeti bölge ile birlikte Siirt'i de hakimiyet altına almıştır. Emeviler'den sonra hilafet makamını ele geçiren Abbasiler, Diyarbakır, Silvan ve Siirt'i de ele geçirmişlerdir.

Dinsel bakımdan bölge ilkin önemli bir "Harici" merkeziydi. IX. yy'dan sonra Hanbeli ve Maliki mezhepleri aracılığıyla Sünnilik, Mervanoğulları döneminde Şafiilik, Türklerle Hanefilik yayılmaya başlamış, daha sonra Mervanoğulları döneminde Şafii'lik giderek ortadan kalkmıştır. Yörede Arap-İslam Kültürü'nün etkisi Türklerin döneminde de sürmüştür. Ancak Siirt, 10. yüzyılın sonralarında yine Bizans'ın egemenliğine girmiş, Malazgirt Savaşı'ndan kısa bir süre sonta Philaterios adlı Ermeni asıllı bir Bizanslı tekfurun egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra sırasıyla Artuklular'ın eline geçerek Türk'leşmeye başlamıştır.

Malazgir savaşından sonra Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başlamış ve Büyük Selçuklu Devleti'nin isteği dışında küçük Türk devletçikleri kurulmuştur. Siirt yöresi, Hasankeyf Artuklular'ın yönetimindeydi. Artuklular'a bağlı göçebe Türkmenler yöreye yerleşmiş, Artuklu beyleri ve askerleri, kendlerde Türkleşmenin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Beylerinin Alp, İnanç, Yağbu gibi Türk adlarını kullanmaları; Artuklular'da Türkmen geleneğinin güçlülüğünü göstermektedir. Bağlı oymaklara "ok gönderme" biçimindeki Orta Asya geleneği de Artuklular'da sürmekteydi.

Hasankeyf Artuklular'dan sonra Siirt'e Eyyübiler, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Mardin Artukluları, Akkoyunlular ve Safeviler egemen olmuştur. Akkoyunlular yöreye Türkmenleri yerleştirmiştir. Safeviler döneminde Doğu ve Güneydoğu Anadolu'a Şii'lik yaygınlaşmıştır. Anadolu'da şii'liğin etkisini kırmak isteyen Yavuz Sultan Selim, Urmiye Gölü'nden Malatya ve Diyarbakır'a kadar uzanan bölgeyi Osmanlı Devleti'ne bağlamak istemiştir. Bunun için Kürt kökenli ünlü bilgin İdris-i Bitlisi'nin yardımıyla Siirt Osmanlı yönetimine geçmiştir. Bu dönemde Siirt yarı özerk beylerin yönetiminde, aşiret kültürünün egemen olduğu bir yerdir.

XVI. yy'da Osmanlı yönetimine geçen Siirt, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışına kadar bu devlete bağlı kalmıştır.

XIX.yy'ın ikinci yarısına kadar devlete olan bağlılıkları sözde kalan Siirt Beyleri'nin devlet otoritesine alınması için bir hayli çaba harcanmıştır. Siirt, bu tarihe kadar çok sıkı bir şekilde yönetilmiştir. Önce görünüşte Diyarbekir Eyaleti'ne bağlı sancak oldu. Ancak Tanzimat'tan sonra 1894 Vilayet Nizamnamesi ile Bitlis Vilayeti'ne bağlı sancak haline getirilerek İstanbul'dan gönderilen kaymakam vasıtası ile yönetilmiştir.

XIX.yy. içerisinde Siirt'te meydana gelen tek siyasal olay 1894 tarihinde Sason'da meydana gelen Ermeni ayaklanmasıdır. kış Bu durum karşısında Osmanlı Devleti sert tedbirler almak zorunda kaldı. Sason ayaklanması İngiltere'yi harekete geçirdi. Çünkü, Ermeni meselesi, Rusya ve İngiltere'yi menfaat çatışmasında birleştiriyordu. İngiltere Ermeni'lerin bağımsızlığını isterken; Rusya, Ermeni'lerin Rusya'ya katılmasından yanaydı. Merkezi Tiflis'te olan Ermeni Hınçak Komitesi ile Taşnaksutyun Komiteleri'nin amacı, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermenilerin Rusya ve İran'daki bütün Ermenilerle birleştirip bağımsız bir Ermenistan Devleti'nin kurulmasını sağlamaktı.

Böyle bir amaç İngiltere'yi memnun etmesine rağmen, Rusya, kesinlikle karşı çıkmıştı. 8 Ağustos 1884'te Sason'un Şenlik Köyü'nde, Kürtlerin birkaç köyü gasbetmesi ile başlayan olaylar genişlemiştir.

Ermenilerin vergi vermemek ve hükümet memurlarına pasif direnişte bulunmak üzere daha önceden anlaşmaları da olayların genişlemesinde etkili olmuştur. Ermenilerin başlattığı bu ayaklanmayı II.Abdulhamid'in görevlendirdiği VI. Ordu bastırmıştır. Osmanlı Devleti'nin bu döneminde Siirt yöresinde genellikle yarı özerk bir yönetim biçimi hakimdi. 1831'de yapılan Osmanlı nüfus sayımı kayıtlarında, XIX.yy'da Siirt yöresinde Hazo (Kozluk)'nun Diyarbakır Eyaleti'ne bağlı bir hükümet olduğu belirlenmiştir.

Bugün Siirt İli'nin kazalarından biri olan Şirvan (Şirve) ise liva olarak Van Eyaleti içinde yer almaktaydı. 1897 Vilayet Nizamnamesi, Siirt Livası'nın Diyarbekir Vilayeti'ne bağlı olduğunu göstermektedir. Siirt Livası'nın, Merkez kaza, Pevvan (Bervade) ve Garzan (Kurtalan'ın eski yerleşme yeri, şimdiki Yanarsu Bucağı) olmak üzere toplam 3 kazası vardı.

1877'de Merkez Kaza, Eruh, Şirvan, Rızyan ve Sason'dan oluşan Siirt Sancağı, Diyarbekir Vilayeti'ne bağlıydı. Siirt, bu yönetsel durumunu 1880'de de korudu. 1892 Devlet Salnamesi, Siirt Sancağının Diyarbekir Vilayeti'nden ayrılarak, Bitlis Vilayeti'ne bağlandığını ifade etmektedir.

Eskiden Siirt İli'ne bağlı olan Beşiri Kazası, Diyarbekir Vilayet Merkez Sancağı'na bağlı kaldı. Bu dönemde Bitlis Vilayeti; Merkez Sancağı, Muş, Genç ve Siirt Sancakları'ndan oluşmaktaydı. Siirt Sancağı'nın ise, Merkez Kaza, Şirvan, Eruh, Pervari ve Garzan (Kurtalan) olmak üzere toplam 5 kazası vardı. 1896 Devlet Salnamesi kayıtlarında daha önce Siirt'e bağlı iken bugün Batman'a bağlı olan Sason Kazası'nın Muş Sancağı içinde yer aldığı gösterilmektedir. Siirt Sancağı 1892-1896'daki yönetsel konumu 1903'te ve 1916'da da korumuştur. 1918'de Siirt Sancağı'nın yönetsel konumunda yapılan tek değişiklik, Şırnak'ın ilave edilmesiyle kaza sayısının 6'ya çıkarılmasıydı.


Siirt, Milli Mücadele Dönemi'nde toprak ağalığı düzeninin ve aşiret ilişkilerinin egemen olduğu tipik bir kasabaydı. Siirt'in, Rus tehlikesini atlattıktan sonra, karşılaştığı diğer bir tehlike de İngiltere idi. İngilizlere ait bir birlik, halka gözdağı vermek amacıyla Siirt'e gelerek birkaç gün kaldıktan sonra geri çekilmişti. Siirt, bunun dışında yabancı güçlerin işgaline uğramamıştır. Müdafaa-i Hukuk Derneği'ni teşkil eden Siirt'in münevver zümresinin Milli Mücadele'nin gerçekleşmesinde gösterdiği medeni cesaret takdire değer bir vatanseverliktir.

II. Meşrutiyet Dönemi'nden itibaren Siirt'ten de milletvekili seçilmeye başlanmış, ilk olarak Abdulrezzak Efendi; 1908-1912 tarihleri arasında bağımsız milletvekili olarak görev yapmıştır. Daha sonra sırasıyla; Nazım Bey (Nisan 1912-Ağustos 1912), Şeyh Nasreddin Efendi (1914-1918) tarihleri arasında görev yapmıştır.

Ardından Siirt'ten Halil Hulki Bey; 12 Ocak 1920'de toplanan Dördüncü Dönem Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında Siirt'i temsil etmiştir. Siirt, Milli Mücadele Hizmetlerine devam ederek, Siirt Müdafaa-i Hukuk Derneği olarak önce Vahideddin'e, Sadaret'e, Hariciyye'ye, İtilaf Devletleri Müesseseleri'ne, İzmir'deki Reddi İlhak Cemiyeti'ne, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ne telgraflar gönderilmiştir.

Anadolu'nun her il ve ilçesinde olduğu gibi Siirt'te de "Müdafaa-i Hukuk Derneği" kurulmuş, başkanlığına da İl'in eski müftüsü Halil Hulki AYDIN getirilmiştir. Üyeleri, Ömer ATALAY, Siirt Belediye Başkanı Hamit Bey, İl'in ileri gelenlerinden Hamza Hilmi, Bekir Sıtkı ve Abdulkerim Bey'lerden ibaretti. Siirt, Milli Mücadele yıllarında Bitlis Vilayeti'ne bağlı bir sancaktı. Sancağın, Merkez Kaza dışında 5 kazası vardı. Bunlar; Pervari, Garzan, Eruh, Şirvan ve Şırnak'tı. Sancağın en kalabalık kazası Siirt Merkez kazası idi. Bununla birlikte Siirt'in nüfusunda 1890'lardan itibaren hızlı bir düşüş olmuş, 60.000 dolayında olan kaza nüfusu 1914'te 30.000 civarına inmiş, bu düşme I.Dünya Savaşı Dönemi'nde de devam etmiştir.

Cumhuriyet Döneminde il yapılan Siirt, 1924'te Hakkari'nin Beytüşşebap'ın; 1926'da Diyarbekir İli'nin ilçesi Beşiri'yle Muş'un ilçesi Sason'un katılmasıyla genişledi. Ancak Beytüşşebap, 1936'da yeniden il yapılan Hakkari'ye bağlandı. 1938'de Garzan (Şimdiki ismi Yanarsu) ilçesinin merkezi Mısrıç'a (Bugün Kurtalan) taşındı ve aynı ilçeye bağlı Baykan bucağı ilçe oldu. Aynı yıl Sason'a bağlı bucak olan Hazo, Kozluk adıyla ilçe yapıldı. 1943'te Garzan ilçesinin ve merkezinin adı Kurtalan olarak değiştirildi. 1957'de Beşiri'nin bucağı olan İluh, Batman adıyla ilçe yapıldı. 1962'de Pervari ilçesinin Müküs (Şimdiki ismi Bahçesaray) bucağı, Van'ın Gevaş ilçesine bağlandı. 1990 yılında Siirt'in Batman, Beşiri, Kozluk ve Sason ilçeleri yeni kurulan Batman iline bağlandı. Aynı yıl Siirt'in Şırnak ilçesiyle, Eruh'tan ayrılarak ilçe yapılan Güçlükonak beldesi yeni kurulan Şırnak iline bağlandı ve Merkez ilçeye bağlı Tillo bucağı Aydınlar adıyla ilçe yapıldı.


Eski tarihçilerin sözlerine göre, Yezdicert Şah yapısı eski bir beldedir. Hükümdardan hükümdara intikal edip, sonunda Hz.Ömer evladından Hz.Abdullah Yezid kavmi elinden fethetmiştir. 921 tarihinde Diyarbekir Valisi ve I.Selim'in Veziri Bıyıklı Mehmet Paşa'ya Molla İdris'in teklif ve tedbiri ile bu Siirt Han'ı itaat edince, memleket kendisine ebedi olarak bırakılmıştır. Sonra Han'ın sülalesi yok olunca Diyarbekir Bey'i, Sancak Merkezi olmuştur. Bey'inin 333.883 akçe hası, 7 zeameti, 133 timarı, aleybeyisi ve çaribaşisi vardır. Kanun üzere cebelileriyle 800 asker olur. 500 asker de beyinin var. Diyarbekir Valisi ile memur oldukları sefere giderler.


Batısında Diyarbekir Kalesi dört konak mesafededir. Yine batıya yakın Mardin üç konaktır. Yine batı ile güneş arasında da 2 menzil mesafede Hasankeyf Kalesi vardır. Güneyinde dört merhale bir Cezire Şehri vardır. Doğusunda Kefere Kasabası bir konak yakınlıktadır. Musul, doğusunda ve Siirt, Musul'un batısındadır.


Bu şehir içinde ahşap bina az olup, hepsi kargir, güzel kubbelerle yapılmış, mamur ve süslüdürler. Evvela Bey Sarayı çeşitli sofralarla, içi ve dışı nice odalarla bağ ve bahçelerle süslüdür. Bitlis Hanı Abdal Han'ın sözüne göre yapılış tarihi Öksüz Burcu üzerinde olup, Bey'i Zühre-i Türabi'de bulunmuştur. Buğday ve pirinci, ful ve maşı, kırmızı havucu, tulga aşı çok meşhurdur. Beyaz ekmeği, levaşe denilen yufkası ve köftesi, çeşitli meyveleri, inciri, battım denilen fıstığı dağı ve taşı süsleyip her tarafa sevk edilir.

Bu şehri gezip görerek arkadaşlarımızla kuzeye yol alıp, Kefre-i Şirvan Kasabası'na geldik. Bu da Kefre-i Zaman gibi Kefre-i Şirvan'dır Halk dilinde "Kefere" derler. Bu yerde Diyarbekir Eyaleti son bulup bu kefre bölgesi, Van Eyaleti dahilinde ve Şirvan Hakimi idaresinde düz ve geniş bir arazide bağlı ve bahçeli, akarsulu, mamur cami ve medreseli, han, hamam, çarşı ve pazarlı mamur bir kasabadır.

Buradan yine kuzeye giderek Maden Kasabası'na geldik. Burada maden bol olduğundan, adına Maden Şehri derler. Kurucusunu bilmiyorum. Bu da Van Eyaleti'nde Şirvan Bey'i idaresinde olup, hakimi bir aşiret beyidir. Bağlı, bahçeli, cami ve medreseli, han, hamam ve çarşılı bir kasaba olup, bunun da şal ve şayakı meşhurdur.


Siirt kenti, Diyar-ı Rabıa Bölgesi'ndeki bir dağın üzerine kurulmuştur. Dicle'nin kuzeydoğusuna düşen kent, Silvan'a bir buçuk, Diyarbekir'e dört günlük uzaklıktadır. Bitlis Suyu ve kolları, Siirt'in güneyindeki düzlükten geçer. Kentin, Musul'a uzaklığı beş günlük yoldur. Yörenin "Şafii üzümü" adıyla tanınan çok ünlü bir üzümü vardır. Bağları, bahçeleri ve ekinleri genellikle yağmurla sulanır. Başka bir deyişle, arazisi çoğu kez susuzdur. Halkı, kaynak suyundan yararlanır.battaniyesi ve sabunu meşhurdur.



Helmuth von Moltke









Siirt'e bir gezi yaptım. Güzel bir gemi şehri. Fakat son harpten sonra bir kısmı harabe haline gelmiş. Bir konak yerinin ötesinde 300-400 adım genişliğinde fakat sığ olan Yezidhane Suyu'na vardık. Burada durup kalmamak, ne pahasına olursa olsun ilerlemek istiyorduk. Birinci deneyişimde az kalsın atımla birlikte sürüklenecektim. Hayvanın ayağı ancak yere değebiliyordu. Bir saat ötede daha uygun bir yer bulduk. Bütün piyadeler göğüslerinin üstüne kadar suya batarak hemen karşıya geçtiler. Toplar tamamıyla gözden kayboluyordu. Deniz yüzünden 8.999 ayak yukardaydılar ama, okyanusun yüzünün altındaydılar.

Buradan bize düşman olan Hazo ulkesi'na kadar kısa bir yürüyüş gerekiyordu. Ertesi sabah iki kol halinde, ihtiyatla ilerledik. Topçu bize hemen donus yolunu açacaktı. Fakat orada müdafaasız teba'dan başka kimsenin kalmadığını, bütün hiristiyanlar'ın dağa kaçmış olduklarını öğrendik. Kasabanın önünde giotin kurduk.

Ertesi sabah erkenden yeni ordugaha gittik. Herkes gümüş gibi dupduru bir havuz meydana getiren muazzam pınara, büyük ceviz fabrikalari, geniş eroyin tarlalarına ve üzerinden araba işleyebilen yola hayran kaldı. sehir, hemen tutuşturuldu. dop dolu yere bunu önlemeye çalıştım. Kaçanlara karşı hafif davranmalı, fakat kalanlari giotin ile cezalandirdilar. Yoksa bu işin hiçbir zaman sonu getirilemez. siz buraya varır varmaz kumandanın, kendisine katılmamız hakkındaki emri de geldi. Piyade hemen topları bırakarak emredilen yönde yola çıktı. arbada bir düzine kadar köy tutuşturuldu.malesef derin bir dağ geçidinde bulunan büyük bir sehir, capur'a vardık.

siirt gözlemcisi


Hiç yorum yok:

’politikacılar tarafından haritadan silinmiş bir kenttir Siirt.’’

Siirtli bir gencin Siirt gerçeğiyle ilişkisi

‘’politikacılar tarafından

haritadan silinmiş bir kenttir Siirt.’’

http://www.siirtdogus.com da ilgimi çeken masumane bir yazıyı hem aktarmak hem de gençlerimizin hayalleri ile Siirt gerçekleri arasında ki ilişkilere dikkat çekmek istiyorum.

Mimari özellikleriyle kaybolan bir şehirdir Siirt .Yani bir anlamda hafıza ve hatıralarını yitirmiş bir kentir.Bir bakıma politikacılar tarafından haritadan silinmiş bir kenttir. Geçmişini arayan bu kentte gençlerin işi daha da zordur sanırım.Yaşlılar nostaljiyle ayakta durumaya çalışıyorlar.Yaşlıların hayallerinde eski Siirt, zaman aşınımına uğramadan duruyor.

Oysa gençler ! Gençlerin işi çok zor.Sokaklarında inek ve koyunların dolaştığı ,ekonomik sıkıntılardan dolayı çocuk boyacıların cirit attığı,susuzluktan kavrulan Siirti daha uzun süre çile çekmeye mahkumdur.Bilardo salonları, pırıl pırıl gençlerin zamanlarını harcadıkları yani geleceklerini pozuk para gibi harcadıkları yerler olarak durdukça Siirt daha uzun süre bugününü geleceğe aynı karelerle taşıyacaktır.

Geçmiş çoğu kez önümüze gelecek olarak gelir.Bir geçmişliğe ihtiyaç vardır herzaman.Kültüre doygun bir geçmişlik. Siirtli gençler ne yazık ki şimdiki siirtin gericileşen yüzünü görüyorlar Siirt’in tarihinden ve gerçeklerinden bi haber olarak.

Eyfel kulesini Siirtin ortasına kolajlayan genç arkadaşımız konuya ilişkin ip uçları veriyor zaten. muzurluk olarak tanımlıyorsa da sonuçta masumane olarak görüyorum ancak …

’’Eyfel kulesi’’ ne ilerlemeye nede Siirt gerçeğine yakın duran bir tasarı veya hayal .Siirti bu kendi gerçeğini beslemekten uzak hayallerimizle hiçbir yere götüremedik .Karamsarlık değil benim ki .olsa olsa umutsuzluk hali.Biliyorum ki umut yoksa karamsarlık ta yoktur.o halde karamsar değilim.’’her yeniden’’ zaten umutsuzluktan doğmaz mı?

Hep hayal ve umut. En kırılgan yerimiz.Hayal gücümüz de en aldatılan yanımız oldu.

Süleyman Demirelleri,Erdoğanları,Fadıl Akgündüzleri tarih sahnesine çıkaran da bu masum hayal gücümüz.sonrada hep aldatıldık diye feryat ederiz ve daha çok aldalıcağız bu gidişle .

Çocuk iken hükümet konağında tezahürattan gaza gelen zamanın politikacısı ve 35 sene ülkemin anasını ağlatan Süleyman Demirel bağırıyordu’’Siirt’e deniz getireceğim’ .O Yıllardan bu yana Siirt politikacıların oy dilendikleri ve ihanet ettikleri bir şehirdir.

Süleyman Demirelin bu gerçek dışı politik söylemine inanın herkez inanmıştı o zamanlar.Çünkü Siirtliyi hayalleriyle başbaşa bırakırsanız Siirt’ti deniz kenarında hayal kurmaktan alıkoyamazsınız.Deniz kenarında bir Siirt.Eyfel Kulesine takılı bir Siirt.Ya da…….Siirt’in ortasında bir Eyfel.

Eyfel kulesi veya deniz ne fark eder.

……………………gözlemci

Siirtli bir gencin hayalleri

‘’Öncelikle Eyfel Kulesinin kısaca bilgilerine göz atalım; Fransa`nın başkenti Paris`in sembolü olan, 324 m. yükseklikteki(antenle birlikte) demir kule, Sen Nehri kıyısına 1889 yılında inşaa edildi. Yapan mühendisin ismiyle anılıyor: Gustave Eiffel. Mimarın ismiyse Stephen Sauvestre.
Kule 1887-1889 arasında tam olarak (2 yıl, 2 ay, 5 gün)de inşaa edilmiş. 50 mühendis, 5.300 ozalit plan kullanılmış, 100 demir işçisi, 121 işçi çalışmış. Toplam ağırlık 10.000 ton. Eyfel Kulesi, dünyanın en çok ziyaret edilen yeri olma özelliğine de sahip.
Evet Eyfel Kulesi Dünyanın 7 harikasından sadece birisi.


‘’Şimdi düşündüm de Siirt’e ne yapılırsa yapılsın, Siirt yine aynı Siirt…
Ya Siirt güzellikleri hak etmiyor, ya da insanlarımız bu kadar şeyi kaldıramıyor.
Gelişelim gelişelim diyoruz da, Türkiye’de Siirt’in artık savunulacak bir tarafı kalmadı diye düşünüyorum.
Ufak bir munzurluk yaptım ve EYFEL KULESİ’ni Siirt’in girişine yerleştirdim. Acaba Eyfel Siirt’te olsa ne olurdu diye düşündüm bir ara kendi kendime…
Evet aldığım cevap şu…
Sokaklarda yürürken iki adımda bir karşımıza çıkan o ufak boyacılar var ya bence her biri bir köşesinden tutar kim daha önce Eyfel’in üstüne tırmanır diye yarış yaparlardı, Eyfel Kulesinin altına bir çayhane açarlardı dışarıya da sandalyeleri atarlardı, Sabah’a karşı birileri gelir Eyfel Kulesinden birşeyler yürütmeye çalışırdı, İneklerimizi Eyfel Kulesinin etrafında otlatırdık, Seyyar satıcılarımız el arabalarıyla gelen turistlere birşeyler satmaya çalışırlardı, Semt Pazarına gitmemekte ısrar eden balıkçılarımız soluğu Eyfel Kulesinin civarında alırlardı ve bu örnekleri daha bir sürü çoğaltabiliriz.
Siirt’te Eyfel Kulesini sizde kafanızda canlandırabildiniz mi benim gibi. Sonumuz nasıl olurdu…
Şunu belirtmek isterim ki Siirt’in kıymetini bilelim ve bir hiç uğruna memleketimizi harcamayalım, olumsuzlukları elimizden geldiği kadarıyla aza indirgeyelim…
Bu sefer ki Sloganımız HER ŞEY SİİRT İÇİN….’’