16 Temmuz 2007 Pazartesi

GÖZLEMCİ

‘’M. DERVİŞ KUNTMAN’IN SİİRT’TE İLİŞKİN

HATIRALARI ÖNYARGIYA DAYANIYOR.’’

Siirtlilerin çok garipsenecek adet ve ananeleri olmamıştır. M.Derviş Kuntman’ın araştırma yapmadan yazdıkları ; Siirt halkının hoşgörü ve espiri yanını kavramaktan uzak bir anlayışla kaleme ,alelacele alınmış hatıra notlarıdır.

Anadoluda kültürel farklılıklar gösteren toplumlar yaşadı ve yaşar.Mimari de bu toplumların yaşam biçimine ve ihtiyaçlarına göre düzenlenir.Tasarım espirisinin altında inanç önemli bir faktördür.

Anadolunun bir kasabasında yaşadığınızı farzedin.Söz gelimi Elazığ şehrine bağlı Palu kasabasındasınız.Gece yarısı silah sesleri ile uyandığınızı düşünün. silah sesleri bir isyan ve katliamı hatırlatıyorsa veya kısacası kötüye yorumluyorsanız bundan o toplumu yeterince tanımadığınız anlaşılır. ’’Bu bir isyandır.Silah kullanıldığı için bu Halk barbardır ‘’diye düşünmeye başladığınızda bu halka haksızlık yapmış olursunuz.Bilimsel bir şey yazmazsanız bile bir hatıra notunun vicdani muhakemesi vardır.M.Derviş Kuntman böyle bir hatayı yapmıştır. Oysa Elazığ ilimize bağlı bir kasaba olan Palu da Gece yarısı silah seslerini duymuş olmanız çok masum bir geleneğin göstergesidir.Ay tutulmuştur.Ay tutulduğunda Güneş Kültü ve öncesi hakim dönemlerde sokaklara çıkan halk kötü ruhları kovalamak için teneke çalarlar.Çıkardıkları gürültüyle de kötü ruhları kovaladıklarına inanırlarmış.Bu inanç günümüze kadar değişerek geliyor.Ellerinde mavzer veya av tüfekleri ile havaya ateş açarak aynı geleneği sürdürmeye çalışıyorlar.Korku bir başka anlamda bir tür eğlenceye de dönüşüyor.İyi bir şair olan Murathan Mungan’ın şu dizelerini hatırlıyorum.’’Vahşilikte vahşet değil ,düş ve mahremiyet vardır.’’ Vahşilik masumdur asıl korkunç olan vahşettir. Palu ve çevresindeki ; ‘’korku’’ögesine dayanan gelenek yerini eğlenceye bırakıyor.Vahşilik ‘’korku ‘’ögesini bir süre sonra ortadan kaldırıyor.Oysa içinde bulunduğumuz küreselleşme sürecinde ortadoğu üzerinde yaratılan vahşet daha uzun süre kendinden bahsettirecek.İzleri asla unurtulmayacaktır.Kapitalizim her gün her dakika satmak üzere ‘’korku ‘’üretiyor.

M.Derviş Kuntman Siitli kadınların minareye çıkarak’ hep bir ağızdan “Ya Kevkebi, Ya Kevkebi, İc’al zevc’i himaren irkebi” deye bağırdıklarını anımsatıyor ve buradan kadınların ezildiği yorumunu yapıyor.Geçmişte kadınların minareye çıkarak söyledikleri gerçeğini kimse inkar etmiyor.Fakat Bu söylem bir tür espiri ve evlerdeki otoritenin höş görü ve şakalara katlanma sabrından başka bir şey değil!. Bunu kadınların ezilmesine yorumlamak biraz haksızlık değil mi sizce. Siirt yüz yıllardır medeniyetlerin beşiği olmuştur.Siirt halkı Farklı inanaçlara bağlı toplumlarla yıllarca beraber yaşamayı bilmiş hoşgörülü bir toplumdur.Ermeni ve Kürt halklarıyla yüzlerce sene beraber yaşamışlardır.Fanatizmin ,gericiliğin ,ırkçılığın bu toplumda yeşermesi sözkonusu olmamıştır. Aileler sayılıdır .akraba evliliği nedeniyle sosyal ilişki çok sıcaktır.Siirtte farklı soyadları olmasına rağmen, bir aile özelliği taşır.Herkez biribiriyle akrabadır.ve aydın kişilerin ,sülaleler üzerinde çok büyük etkisi olmuştur.Genel olarak Kadının ezilmesi konusu değildir.Siirt aile anlayışında kadına büyük önem verilir.Gizli bir anerkil yapı hakimdir.Avlulu geniş evlerde aile fertlerinin ‘’immi’’ dedikleri bir anneanne veya babaanne vardır. Bağbozumundan sonra kurutulmuş her gıda maddesinin depolandığı odanın anahtarı ‘’immi’lerin elindedir.’’immi’’ler tatlı sert mizaçlarıyla eve gelen gelin veya damatların uyum sağlamalarında büyük önemi vardır.

‘’Dede’’lerin sevgi ve şefkatlerini gizledikleri, mesafeli ve ciddi mizaçlarına ,görünür yumuşaklık ve şefkat katarlar.

Siirt halkı barışçıl bir halktır.Bir kolu Mardinli olan bir kavmin çocuklarıdır. Ortadoğuyu terkedip Botan bölgesine geldiklerinde karşılaştıkları Ermeni halkı ile çok çabuk kaynaştılar.Şimdiki Selçuklulardan kalan Ulu caminin arkasında bir kilise mevcuttu.İnançlar farklı olasına rağmen bir sorun yaşanmazdı.Zaten ortadoğuya baktığınızda farklı inançta insanların bir arada yaşadıklarını göreceksiniz.

Siirtliler yıllardır muhalefet partilerini destekliyerek kaybettiler. Şimdilerde hep iktidar partilerine oy veriyor ve destekliyorlar.Bu süreçte de kaybettiklerini ve kaybedeceklerini anlayacaklar .Dilerim çok geç olmadan.

Çocuk yanımız en kırılgan yanımız olmuştur.Ne yapalım biz ortadoğunun düş çocukları en kırılgan yanımız en saf ve en insancıl olan yanımızdır.Eski Siirt fotoğraflarına bakın Mimari özelliğinin , odalara düşen mistik ışıklarında ruhsal yapımıza ait gizler yatar.

Siirtevi.blogspot.com

‘’ALDATILAN SİİRT’’

Siyaset adamlarının göz göre göre ,duyura duyura yalan söyleyerek halkını aldattığı bir kenttir Siirt.yıllara dağılan çığlığı bir yerlerinin kanamasındandır.Gizleri Siirtli şair ve yazar Hilmi Yavuz’un dizelerinde imgeye dönüşür.

Doğudan Bir Kent

Siirt, ağaçsız gömütlük
çocukluğu doğal kireç
Bir kent,orda her kuyu
bir ermiş kadar su bilir.
Hüzne kil, öfkeye kum
Bir kent, orda duyguyu
doldurur boydan boya
zakkum.

Siirt, rüzgarı saralı
Gençliği yolgeçen hanı
Bir kent korkunun pirinci
gibi ayıklar zamanı
Dilencisi kör nergis
Bir kent, ölü bir balı
gömer arıya, peteksiz.

Siirt, üzümü ayna
yaşlılığı beton laleden
Bir kent, orda güz bile
kurur acıyla birlikte
çürür gurbetler yüklükte
Ve ölüm,
bir büyük aile gibi
dağılır konaklarından.

Hilmi yavuz

(…………….Sevgili Himi Yavuz’ ağabeyime yürekten teşekkürler ve saygılar.)

Çocukluk yıllarımda Hükümet Konağının Balkonundan zamanın siyasetçisi Süleyman Demire’lin seçim konuşmasını dinlediğimde düşlerimin de aldatıldığını, yağmalandığını yıllar geçtikten sonra anladım.Süleyman Demirel hükümat konağı balkonunda Siirt halkına şöyle hitap ediyordu’’Siirtli hemşerilerim Siirt’e tiren hatta hatta deniz getireceğim.’’

Bu seçim söylemlerinin ardından geçen yıllarda Siirt hiçbir siyasetçinin samimi duygularıyla yüzleşmedi.Yalanlarla büyüdü Siirt. Şimdilerde yeni yalanların postmodern olanlarını duyuyoruz.Bu memelekete yatırım yapacağım diyen hiçbir siyasetçiye inanmıyorum artık!Seçim zamanında bile oyumu özgür kullanmanın şerefini taşıyarak asla menfaat (para karşılığı) satmıyorum ,satmayacağız ve satmamalıyız.Herşeyimizi alabirler bizi aç ve işsiz de bırakabilirler. Fakat bir Siirtlinin para karşılığı demokrasi ve özgürlük tutkusunu asla satın alamazlar ,alamamalılar diye düşünüyorum.

Siirtevi.blogspot.com

21.YÜZYILDA İKTİDAR PARTİSİNİN DESTEKLENDİĞİ VE İKTİDAR PARTİSİNİN SÖZÜM ONA YATIRIM VE YARDIM YAPTIĞI KENTTE:

----------------Siirt Devlet Hastanesi'nde hasta odalarında klima ve vantilatör olmadığından sıcaklardan bunalan hastalar, kendi evlerinden vantilatör ve buzdolabı getiriyor.


‘’ÇÖL SİSİ İLE GELİP,ÇÖL SİSİNDE KAYBOLAN ŞEHİR’’

(Siirt’in tarihi evleri günümüze kadar ne yazık ki gelememiştir.Mimarinin korunmasına ilişkin hiçbirşey yapılmamıştır.)

Mekanlarında odalar, kolonların olmaması nedeniyle küçük tutulmuştur ve çoğu kez tavan kubbelidir. Mimaride kubbelere, yuvarlak kemerlere ve tonozlara yer verilmiştir.Odaları avlulara bağlayan tonozlara ‘’sabat ‘’ denirdi. Her evin Bağ ürünlerinin ve kışlık yiyeceklerinin saklandığı serin depolar bulunurdu.Bu depolara’’arvi’’ denirdi.Depolarda neler bulunmazdı ki .Ne arasanız vardı.Sizde yoksa, komşuda vardı.Elekten tutun da her türlü ev aletleri mevcuttu.Bu ortadoğu evlerinin bir özelliğidir de aynı zamanda. Malzemelere yer yetmezse, tavanlara asılırdı.Bazı kullanım eşyaları ortak kullanılırdı.Odaların içinde radyo,kandil ,tesbih ve Kuran kitabının konulduğu nişler vardı.Radyo sabah çalar ve hiç susmazdı.Kimse de kapatmazdı.’’Şimdi radyo tiyatrosu’’ zamanıdır der geçerdiniz radyonun başına.Düş gücünüz devrededir artık.












Damlar kenarları yarım duvarlı, çoğu çinko çatılıydı .Yazın bu evlerde çatılarda yatılırdı.Yıldızlara bakarak dalar , uyuduğunuzun farkına bile varamazdınız.Sabah uyanamamanın çözümü kolay.Güneş kovalar siz kaçarsınız.Başınızı doğan güneşten korudukça bomba patlasa başucunuzda uyanamazsınız.Ayağınızın topuğunu yorganın esaretinden kurtarıp hafifçe yerde ki caz toprağa değdirmeyi de ihmal etmeyin.Serinlik takviyesi için sadece.

Bağ bozumundan sonra üzüm şırasıyla cevizli sucuk yapılırdı ve kurutulmak üzere çatılara asılırdı.Göz gözü görmezdi . Kışlık için kavurmalar da avlularda pişirilirdi.Ortak kulanılan ve dört kişinin kaldırabileceği ağırlıkta dört koç başlı dövme kazanda yapılırdı kavurmalar.












Avlular ve orta yerde havuz ;su sesi ,zamanın hızlı akışına izin vermezlerdi.Dışarda güneş zamana boyun eğmişken içerde mistik ışıklar birbirleriyle cilveleşirler,raksederlerdi.Seyredilmelerine doyum olmazdı.Mutfakların pencereleri oldukça küçük ve tavana yakın yerlerde olurdu . Bunlar ‘’güvercin pencereleri'' denirdi.Mutfakların zifiri karanlığına düşen ışıklarında güvercin gölgeleri boğulurdu.Saatlerce seyrederdiniz,ışık ve gölgelerin boğuşmalarını.Düşgücünüzü artık kimse tutamazdı.Avlularda oturma yerleri ,taş divanlar mevcuttu.Mayıs sonu geceleri ateş böcekleri , avluları yangın yerine çevirirdi.Kışın ise kafanıza dikkat etmelisiniz.Dolu , ceviz büyüklüğünde kurşun gibi yağardı .Çatılardan gelen seslerle savaş alanında hissederdiniz kendinizi .Şimdi çocukların sevinçten çıldırma vaktidir.










Her evde mutlaka bir kuyu vardı.Kuyular avlularda yada iki bina arasında yani duvarın içinde olurdu.iki evin arasında kuyular her iki eve de su taşırdı. Ekmekler,yemekler ,çörekler tandırlarda pişerdi.Dandırlar avlularda olurdu.Çatıda olanlarına da rastlanabilirdi.Tandırları genelde deneyimli kadınlar yapardı.

‘’Kaak’’ekmeği otlu peynirle yemeğe doyulmazdı. Bu ekmeklerde evlerdeki tandırlarda pişirilirdi.


Ana kapılar ahşap olup üzerilerinde dövme tokmaklar bulunurdu.Pencerelerinde çok zarif ferforje demir kafesler bulunurdu. Komşu evlerin avluyu tamamlayan duvarlarında pencere olmazdı.yalnız güvercin pencerelerine rastlar,evlerin avluları mahremiyet özelliği taşırdı.

Kubbelerin, tonozların dikey boşluklarına Kambik denilen içerisi boş toprak kaplar yerleştirilmiştir. Böylece dolgularda ağırlıklar azaltılmıştır. Binalar dar sokaklarla birleşirler.Duvarların zorunlu olarak kalın olması kışın soğuklarda sıcak, yazın sıcaklarda serinlik sağlamalarına yarar .Evlerin dikdörtgen pencerelerinin çok küçük ölçüde oluşlarında da yine iklimin etkisi bulunmaktadır. Siirt evlerinde kapalı bir yaşam biçiminin etkisi açıkça görülür.””Evlerin kalınlığı 50-120 cm. arasında değişen yığma tekniğinde moloz taş duvarları Cas denilen bir nevi sıva ile sıvanmıştır. Siirt sivil mimarisinde yaygın biçimde kullanılan Cas şehrin çevresinden sağlanan alçı taşının fırınlarda yakılıp öğütülmesi ile elde edilmiş bir kaba, alçı sıva türüdür. Bunun çabuk sertleşmesinden ötürü evlerde sık görülen kubbelerin kalıp dökülmeden yapılmasında büyük etken olmuştur. Bununla beraber dayanıksızlığından ötürü de nemden etkilenmiş ve sürekli onarıma gereksinim göstermiştir. Zamanla ustaların ölmesiyle ve yeni ustalar yetişmediğinden onarılamayan binalar yıkılmaya başlamıştır.Ustanın olmaması yüzünden onarılması gereken binalarada önce nişler, yataklıklar sonra küçük odacıklar ve pencere boşlukları doldurulmuş,duvarlar kalınlaştırılmıştır.Yapı malzemesinde ki değişiklik söz gelimi biriket kullanılmasıyla mimari özelliklerini kaybeder duruma gelmişlerdir.









Siirt evlerine benzeyen bir başka örnek te Kayaköy’dür.Fethiye’ye bağlı bir Köy olan ve 1922 Mübadele köyü ‘’Kayaköy’ de aynı kaderi paylaşıyordu.Arada bir fark vardı.Kayaköyde halk mübadele(değişim) nedeniyle göç ettikleri için evler yıkıldı.Siirt’te evler insanların üstüne yıkıldı.

siirt gözlemcisi

Hiç yorum yok:

’politikacılar tarafından haritadan silinmiş bir kenttir Siirt.’’

Siirtli bir gencin Siirt gerçeğiyle ilişkisi

‘’politikacılar tarafından

haritadan silinmiş bir kenttir Siirt.’’

http://www.siirtdogus.com da ilgimi çeken masumane bir yazıyı hem aktarmak hem de gençlerimizin hayalleri ile Siirt gerçekleri arasında ki ilişkilere dikkat çekmek istiyorum.

Mimari özellikleriyle kaybolan bir şehirdir Siirt .Yani bir anlamda hafıza ve hatıralarını yitirmiş bir kentir.Bir bakıma politikacılar tarafından haritadan silinmiş bir kenttir. Geçmişini arayan bu kentte gençlerin işi daha da zordur sanırım.Yaşlılar nostaljiyle ayakta durumaya çalışıyorlar.Yaşlıların hayallerinde eski Siirt, zaman aşınımına uğramadan duruyor.

Oysa gençler ! Gençlerin işi çok zor.Sokaklarında inek ve koyunların dolaştığı ,ekonomik sıkıntılardan dolayı çocuk boyacıların cirit attığı,susuzluktan kavrulan Siirti daha uzun süre çile çekmeye mahkumdur.Bilardo salonları, pırıl pırıl gençlerin zamanlarını harcadıkları yani geleceklerini pozuk para gibi harcadıkları yerler olarak durdukça Siirt daha uzun süre bugününü geleceğe aynı karelerle taşıyacaktır.

Geçmiş çoğu kez önümüze gelecek olarak gelir.Bir geçmişliğe ihtiyaç vardır herzaman.Kültüre doygun bir geçmişlik. Siirtli gençler ne yazık ki şimdiki siirtin gericileşen yüzünü görüyorlar Siirt’in tarihinden ve gerçeklerinden bi haber olarak.

Eyfel kulesini Siirtin ortasına kolajlayan genç arkadaşımız konuya ilişkin ip uçları veriyor zaten. muzurluk olarak tanımlıyorsa da sonuçta masumane olarak görüyorum ancak …

’’Eyfel kulesi’’ ne ilerlemeye nede Siirt gerçeğine yakın duran bir tasarı veya hayal .Siirti bu kendi gerçeğini beslemekten uzak hayallerimizle hiçbir yere götüremedik .Karamsarlık değil benim ki .olsa olsa umutsuzluk hali.Biliyorum ki umut yoksa karamsarlık ta yoktur.o halde karamsar değilim.’’her yeniden’’ zaten umutsuzluktan doğmaz mı?

Hep hayal ve umut. En kırılgan yerimiz.Hayal gücümüz de en aldatılan yanımız oldu.

Süleyman Demirelleri,Erdoğanları,Fadıl Akgündüzleri tarih sahnesine çıkaran da bu masum hayal gücümüz.sonrada hep aldatıldık diye feryat ederiz ve daha çok aldalıcağız bu gidişle .

Çocuk iken hükümet konağında tezahürattan gaza gelen zamanın politikacısı ve 35 sene ülkemin anasını ağlatan Süleyman Demirel bağırıyordu’’Siirt’e deniz getireceğim’ .O Yıllardan bu yana Siirt politikacıların oy dilendikleri ve ihanet ettikleri bir şehirdir.

Süleyman Demirelin bu gerçek dışı politik söylemine inanın herkez inanmıştı o zamanlar.Çünkü Siirtliyi hayalleriyle başbaşa bırakırsanız Siirt’ti deniz kenarında hayal kurmaktan alıkoyamazsınız.Deniz kenarında bir Siirt.Eyfel Kulesine takılı bir Siirt.Ya da…….Siirt’in ortasında bir Eyfel.

Eyfel kulesi veya deniz ne fark eder.

……………………gözlemci

Siirtli bir gencin hayalleri

‘’Öncelikle Eyfel Kulesinin kısaca bilgilerine göz atalım; Fransa`nın başkenti Paris`in sembolü olan, 324 m. yükseklikteki(antenle birlikte) demir kule, Sen Nehri kıyısına 1889 yılında inşaa edildi. Yapan mühendisin ismiyle anılıyor: Gustave Eiffel. Mimarın ismiyse Stephen Sauvestre.
Kule 1887-1889 arasında tam olarak (2 yıl, 2 ay, 5 gün)de inşaa edilmiş. 50 mühendis, 5.300 ozalit plan kullanılmış, 100 demir işçisi, 121 işçi çalışmış. Toplam ağırlık 10.000 ton. Eyfel Kulesi, dünyanın en çok ziyaret edilen yeri olma özelliğine de sahip.
Evet Eyfel Kulesi Dünyanın 7 harikasından sadece birisi.


‘’Şimdi düşündüm de Siirt’e ne yapılırsa yapılsın, Siirt yine aynı Siirt…
Ya Siirt güzellikleri hak etmiyor, ya da insanlarımız bu kadar şeyi kaldıramıyor.
Gelişelim gelişelim diyoruz da, Türkiye’de Siirt’in artık savunulacak bir tarafı kalmadı diye düşünüyorum.
Ufak bir munzurluk yaptım ve EYFEL KULESİ’ni Siirt’in girişine yerleştirdim. Acaba Eyfel Siirt’te olsa ne olurdu diye düşündüm bir ara kendi kendime…
Evet aldığım cevap şu…
Sokaklarda yürürken iki adımda bir karşımıza çıkan o ufak boyacılar var ya bence her biri bir köşesinden tutar kim daha önce Eyfel’in üstüne tırmanır diye yarış yaparlardı, Eyfel Kulesinin altına bir çayhane açarlardı dışarıya da sandalyeleri atarlardı, Sabah’a karşı birileri gelir Eyfel Kulesinden birşeyler yürütmeye çalışırdı, İneklerimizi Eyfel Kulesinin etrafında otlatırdık, Seyyar satıcılarımız el arabalarıyla gelen turistlere birşeyler satmaya çalışırlardı, Semt Pazarına gitmemekte ısrar eden balıkçılarımız soluğu Eyfel Kulesinin civarında alırlardı ve bu örnekleri daha bir sürü çoğaltabiliriz.
Siirt’te Eyfel Kulesini sizde kafanızda canlandırabildiniz mi benim gibi. Sonumuz nasıl olurdu…
Şunu belirtmek isterim ki Siirt’in kıymetini bilelim ve bir hiç uğruna memleketimizi harcamayalım, olumsuzlukları elimizden geldiği kadarıyla aza indirgeyelim…
Bu sefer ki Sloganımız HER ŞEY SİİRT İÇİN….’’